29 Şubat 2012 Çarşamba

esp sosyalist kadın meclisleri'nden açıklama: cezaevlerinde kadınlara baskı yapılıyor

TMY kapsamında toplumsal muhalefetin tüm katmanlarını hapishanelere dolduran AKP Hükümeti içeriyi de sistematik işkence merkezi haline getiriyor. F tipi hapishanelerde tecrit içinde tecrit uygulanıyor. Keyfi disiplin cezaları, fiziksel ve psikolojik işkenceler, yasaklamalar hat safhaya çıkıyor. Pozantı Çocuk Cezaevi' nde çocuklara yapılan işkence ve kötü muameleler, taciz ve tecavüzler yüksek duvarları aşarak ortalığa saçılıyor. Bakırköy Kadın Hapishanesi'nde bulunan Hediye Aksoy, Yasemin Karadağ gibi hasta tutuklular tahliye edilmiyor, yaşam hakkı tanınmıyor.
       Hapishanelerdeki bitmek bilmeyen işkencelere, hak ihlallerine dün bir yenisi daha eklendi.Henüz inşaatı bitmemiş olan İzmir Aliağa Cezaevi'ne sevkler yapıldı. ESP İstanbul İl Başkanlığı ve SKM MYK üyeliğini sürdürürken tutuklanan Hülya Gerçek ile İzmir  İl Başkanı ve SKM  sözcüsü olan Meliha Kayacı'nın da aralarında bulunduğu kadın tutuklulara, cezaevine girişte çıplak arama dayatıldı. Ancak kadın tutuklular, “ince arama” adı altında yapılan bu uygulamayı kabul etmedi. Politik tutuklulara, haftalardır günlük gazete, televizyon  radyo, ve ailelerin getirdiği kıyafetler verilmedi.
        Kadınların tüm alanlarda özgürlüğünü, yaşam hakkını elinden almaya çalışan erkek egemen devlet, hapishanelerde de “erk”liğini kadın bedeni üzerinde güce dönüştürmeye,  kadınları   bedenleri üzerinden  teslim almaya çalışıyor. Biz kadınlar hapishalerdeki bu şiddetin, insanlık dışı uygulamaların siyasi tutuklu kadınlar üzerinden hepimize yapıldığını düşünüyor ve bu şiddeti kınıyoruz. Hiç bir uygulamanın kadınları politika yapma hakkından alıkoyamayacağını bir kez daha belirtiyoruz. Hapishanede bulunanların birer insan olduğunu anımsatıyor ve insan haklarına, mahpus haklarına saygı gösterilmesini istiyoruz. Kadına  yönelik şiddeti içeride ve dışarıda sistematik olarak sürdüren  bu politikalara “Artık yeter !”diyoruz.
                          TMY KALDIRILSIN TUTUKLU KADINLARA ÖZGÜRLÜK!
                                    ESP/ SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

24 Şubat 2012 Cuma

seks işçiliği ve insan hakları konferansı 3-4 mart'ta ankara'da

5 yıldır Pembe Hayat öncülüğünde düzenlenen Seks İşçiliği ve İnsan Hakları Konferansı’nın bu seneki teması, polisin seks işçilerine yönelik baskısı. Konferans 3-4 Mart’ta Ankara’da.

Seks İşçiliği ve İnsan Hakları Konferansı bu sene Türkiye’nin yanı sıra İngiltere, Danimarka, İsveç, Portekiz, İtalya, Sırbistan, Ukrayna,Makedonya, Polonya ve Amerika’dan seks işçilerini ve seks işçileri hakları aktivistlerini ağırlayacak.

Konferansın ana başlığının “Polis Elini Bedenimden Çek” olması üzerinden Türkiye’de polisin seks işçilerine yönelik baskısı konuşulurken, Avrupa ülkelerinde polisin seks işçilerine yönelik uygulamaları ve seks işçilerinin mücadele yöntemleri de tartışılacak.
Etkinlik kapsamında söyleşi ve atölyelerin yanı sıra “İçindeki Fahişeyi Çıkart” partisi düzenlenecek. 3 Mart Dünya Seks İşçileri Günü akşamı “Fahişeler Yürüyüşü” programın olmazsa olmazlarından. Pembe Hayat Tiyatro Topluluğu’nun hazırladığı “Oyunbozan” isimli tiyatro oyunu da konferansın kapanışında sergilenecek.

Konferansın programı şöyle:

SEKS İŞÇİLİĞİ VE İNSAN HAKLARI KONFERANSI:
“Polis Elini Bedenimden Çek!”


2 Mart 2012, Cuma

Saat 11.00

Basın Toplantısı: “Seks İşçilerinin Hakları İnsan Haklarıdır!”

Saat 22.00

Parti: “İçindeki Fahişeyi Çıkar!”


3 Mart 2012, Cumartesi

13.00 – 13.30
Açılış:

“Seks işçisiyiz, buradayız, hiçbir yere gitmiyoruz.”



Sinem Kuzucan, Pembe Hayat Derneği
“Kod Adı: Fahişe”

Buck Angel, Film Yapımcısı / Hak Savunucusu


13.30 – 15.00
Seks İşçilerine Yönelik Ekonomik Şiddet: İdari Yaptırım Kararları


“Kabahatli olan biz değiliz, keyfi para cezaları kesen polis.”



Moderatör: Selin Berghan, Pembe Hayat

Soner Tanrıkulu, Avukat
Antalya’da Trans Seks İşçilerine Yönelik İdari Yaptırım Kararları

Derya Tunç, Pembe Hayat Derneği
Ankara’da Kabahatler Kanunu ve Trafik Kanunu Uygulamaları

Pia Covre, Fahişeler İçin Medeni Haklar Komitesi/İtalya
İtalya’da Seks İşçilerine Yönelik Ekonomik Baskı ve Sömürü


15.30 – 17.30
Seks İşçilerine Yönelik Mekânsal Baskı


“Bu sokak herkesin olduğu kadar bir fahişenindir de.”


Moderatör: Canan Şahin, Pembe Hayat
Şevval Kılıç, İstanbul LGBTT / Kadın Kapısı
Bayram Sokak Örneği: Rantsal Paylaşım ve Polisin Seks İşçilerine Yönelik Baskısı

23 Şubat 2012 Perşembe

hrant dink davası mahkemenin gerekçeli kararından satırbaşları

''Örgüt var ise nerede, ne zaman, hangi amaç ile kurulduğu tespit edilememiştir. Örgütü kuranların karşılıklı iradelerinin hangi prensip ve suçlar etrafında oluştuğu tespit edilememiştir. Devamlılık gösteren bir yapı var ise 19 Ocak 2007 tarihinden sonra ne tür eylemler içerisinde olduğu bilgisi elde edilememiştir''

''Örgüt yöneticileri ya da üyeleri tespit edilememiştir. Örgütün amaç suçları işlemek üzere gerekli araç ve gereçlere sahip olduğunu gösterir delil elde edilememiştir. İddia edilen örgüt üyelerinin gizlilik ilkesine uymadıkları ortadadır. Örgüte yardım ettiği iddia edilen sanıklar Alper Esirgemez, İrfan Özkan, Osman Alpay, Erbil Susaman, Numan Şişman, Şenol Akduman, Veysel Toprak isimli sanıkların örgüte yardım etme suçunu oluşturma ihtimaliyle tartışılması gerekli eylemlerine dahi rastlanmamıştır''

''Ortada yalnızca bu kadar siyasi sonuçları doğuran bir cinayeti örgüt olmadan sanıkların işlemeye karar vermesi ve işlemesinin hayatın olağan akışına aykırı olması durumu vardır. Bu durum da şüphe oluşturur. Şüphe, sanık lehine yorumlanması gereken bir ceza hukuku kuralıdır. Tüm bu nedenlerle sanıkların örgüt kurma, yönetme, üye olma, yardım etme suçları dosyadaki deliller ile kesin, net, şüpheden uzak ve duraksamaya yer bırakmayacak somut olgu ve delillerle kanıtlanmadığından sanıkların delil yetersizliği nedeniyle beraatlerine karar verilmesi gerekmiştir''

20 Şubat 2012 Pazartesi

rakel dink'in hollanda türkiyeli işçiler birliği toplantısında yaptığı konuşma (amsterdam)

"Kim kimden hak talep edecek biz hem Ermeni hem de azınlığız. Karşımızdaki devlet. Biz de hakkımızı arıyoruz. Bize nasıl hak verecekler. Pek mümkün gibi görünmüyor ama adım adım ilerleme kaydediyoruz. Vakıf malları ile ilgili milim milim değişimler yapılıyor. Küçük değişiklikler yetmez. Aynı zamanda gerçekler ile yüzleşmeliler.Bizim için baştakilerin sözleri çok önemli. Bu işe en tepedekiler başlayıp deklare ederse halk çok daha çabuk anlar. Biz yapılan sunumları bize hediye sunar gibi değil, iyilik yapar gibi değil, olduğu şekli ile bekliyoruz. Türkiye'nin kendi geçmişi ile yüzleşmesinin zamanı gelmiştir. Biz Türkiye'de hem Ermeni olarak yaşadık. Hem de vatandaş olarak yaşadık. Keşke bunlar olmasa her şey insan yaşamına insan haysiyetine uyumlu olsa. Dünya devlet kurumları da böyle birbirine uyumlu çalışıyor. Biz de insan vücudu gibi birbirine uyumlu ve birbirimizi onore ederek yaşasak. Eşimin isteği amacı o idi ki bu haksızlıklara karşı bir ses yükseltsin. Bir yerde ayağa kalkmak gerek.Ne yapalım kendimizi nasıl anlatalım? Çıkardığımız gazete Ermenice biz kendimizi Türk'e Laz'a, Kürt'e ve başkalarına nasıl anlatalım? Kendimi ben nasıl anlatacağım? Bütün haksızlıkları bir arada yaşıyoruz. Herkes de sanıyor ki devletimiz pırıl pırıl işler yolunda yürüyor. Kimisinin Ermeni'den kimisinin de Laz ve Kürt'ten haberi yok.Ermeni nedir? Nereden geldi? Nasıl olur? Ermeni'nin bir millet olduğu, dünyada yaşadığı, adeta bilmiyor davranılıyor. Hrant bundan sonra AGOS Gazetesini çıkarmaya karar verdi. Kendine yakın arkadaşlar ile işe başladı.İlk olarak 12 sayfa daha sonra 22 sayfaya çıkarttı. AGOS ark demektir.Biz bir ark açtık iyi tohumu olan getirsin eksin diyerek işe başladı. Burada eşim serzenişte bulundu.Yapılan haksızlıkları dillendirmeye çalıştı. Bizim türkülerimiz de ananelerimiz de birbirine geçmiştir. Türkiye´de yüzlerce insanlar yürek yangınıyla mücadeleye katılıyorlar ve bir sürü insanın acıları depreşti.  Şimdi Yargıtay'da dava. Biz mahkemelere çok gittik. Kanunlar ezileni korumak için değil bence ezeni korumak için yapmışlar. Bunu ben yaşadım gördüm. Eşimini bütün istediği aslında  Türk'ü paranoyasından kurtarmak, Ermeni'yi de travmasından kurtarmaktı. Adalet uğruna var gücüyle konuştu, yazdı doğruluk ve adalet uğruna. Hayatına pahasına devam etti. Halkı, Türkiyeli halkları bilgisizlik çukurundan, bilgisizlik utancından kurtarma mücadelesi verdi. Ve sonucu hayatına mal oldu. Kimileri yok ettikleriyle övünürler, bizler var edenle olalım. Ve de övünme hakkımız da olursa övünmeye ihtiyacımız olmasın. Övünmeyelim. Biz yardımcı olalım ki vahşeti sevenleri vazgeçirmeye çalışalım. Onları gerçeği göremezler çünkü yine iyiliktir yenecek olan, gerçektir yenecek olan. Gerçektir kalacak olan. O gerçeği tanıdıkça gerçek sizi özgür kılacak diyor Tanrının sözü. Onun için gerçekten Hrant´ın başlattığı bu mücadeleye hepinizin katkıları için de teşekkür ediyorum. Bu mücadelede yer bulmaya çalışıyorsunuz. Türkiye´de yüzlerce insanlar yürek yangınıyla mücadeleye katılıyorlar ve bir sürü insanın acıları depreşti. Bir sürü suskunlukta yaşayan insan bu acıyla birlikte acısını dile getirmeye çalıştı. Bir birimizi ayakta tutmaya çalışıyoruz. Anısı önünde hepimiz saygıyla eğiliyoruz. İyi ki doğmuş, iyi ki var, iyi ki bu mücadeleyi başlattı, iyi ki bunca insanın acısının ortaya çıkmasına vesile oldu. Bize çok pahalıya mal oldu. Bedeli ağır oldu ama bedel ödenmeden elde edilenlerin değeri bilinmiyor. Onun için o da bedel ödemek istedi, çünkü dışarı gidebilirim dedi. Gidebilirdi de evet ama seçmedi dışarı gitmeyi. Ülkemde mücadele edeceğim ki kendimi ülkemi de dışarıdaki o cennetler gibi cennetleştireyim. Söylenecek söz yok, kendine yakışanı yaptı devlet. Bu kadar. Yakıştığı gibi bitirdi. Kendisi için bir fırsattı. Bu dava bir fırsattı. Hem eşim verdi bu şansı hem biz verdik mücadeleye katkıda bulunarak. Böyle istedi hükümet hayırlı uğurlu olsun.Yok yapmayacağım değerlendirme. Herkes kendi onurundan sorumlu, devlet olsun şahıs olsun her konu hakkında kendi onuruna yakışır surette davransın."

kaynak: iha/20.02.2012

17 Şubat 2012 Cuma

50 üniversiteden 400 akademisyen siyasi baskılara karşı birleşti

50 üniversiteden 400'ü aşkın akademisyenin imzasıyla kurulan Türkiye'de Araştırma ve Öğretim Özgürlüğü Uluslararası Çalışma Grubu üyeleri, Prof. Dr. Büşra Ersanlı'nın tutuklanmasını kınayarak, üniversite dünyasının harekete geçme zamanı olduğu mesajını verdiler.

Türkiye'de 50 üniversiteden 400'ü aşkın akademisyen, akademik özgürlükler önündeki engellere, öğretim üyelerinin ve öğrencilerin tutuklanmasına karşı Türkiye'de Araştırma ve Öğretim Özgürlüğü Uluslararası Çalışma Grubu'nu (GİTTürkiye) kurdu. Prof. Dr. Büşra Ersanlı'nın tutuklanmasının ardından kurulan Grup, Cezayir Restaurant'ta basın toplantısı düzenledi. Toplantıya, Galatasaray Üniversitesi'nden Füsun Üstel, Boğaziçi Üniversitesi'nden Zeynep Ganbeti, Galatasaray Üniversitesi'nden Ahmet İnsel ve Marmara Üniversitesi'nden Ayşe Durakbaşa ile çok sayıda akademisyen ve öğretim üyesi katıldı.

Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü'nde Doç. Dr. Zeynep Ganbeti, Türkiye'de Araştırma ve Öğretim Özgürlüğü Uluslararası Çalışma Grubu adına yaptığı ortak açıklamada, akademisyenlerin baskılara karşı birleştiğini belirterek, Prof. Dr. Büşra Ersanlı'nın KCK adı altında tutuklanmasının bardağı taşıran son damla olduğunu ifade etti. Ersanlı'nın tutuklanmasının harekete geçmelerinde öncelikle rol oynadığını kaydeden Ganbeti, ancak Ersanlı'nın karşı karşıya kaldığı adaletsizliğin en bilindik örneği olduğunu belirtti. Akademisyenler, araştırmacılar ve öğrencilerin son yıllarda yaygınlaşan ve çok farklı biçimlerde ortaya çıkan baskı ve yıldırmalara maruz kaldıklarını söyleyen Ganbeti, şunları söyledi: "Bu baskı ve yıldırmalar, özellikle tabulaştırılmış konularda çalışan ve ders veren akademisyenlerin düşünsel ve toplumsal varoluş imkanlarını ciddi anlamda kısıtlamaktadır. Muhalif ve eleştirel bakış açısına sahip akademisyenler, araştırma alanlarına yönelik müdahaleler, idari soruşturmalar, keyfi işten çıkarmalar ve kadro sınırlamaları yoluyla sindirilmeye çalışılmaktadır. Hiç şüphesiz ki bu müdahalelerin yarattığı sonuçlar üniversitelerin ötesine geçmekte ve tüm toplumu etkilemektedir." 

Üniversitelerin akademik alanlarına ve okuldan atılan, tutuklanan öğrencilere sahip çıkacaklarını ifade eden Ganbeti, "GİTTürkiye, üniversitelerdeki her türlü baskı ve engellemenin takipçisi olacak, Türkiye'de düşünce insanlarının karşı karşıya kaldıkları tahakküm ve engellemelere karşı mücadele edecektir. Özgür bilgi üretimi ve paylaşımının zeminin birlikte kurmaya ve korumaya kararlıyız" diye konuştu. Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi öğretim üyesi Dr. Füsun Üstel, akademik özgürlük tanımında belirsizlik yaşandığını kaydederek, 1988'de yılındaki Lima Bildirgesi'nde bunu açıkça yazıldığını kaydetti. Akademik özgürlüğün bilgi üretimini her aşamasında öğretim elemanları ve öğrencilerin tam anlamıyla özgürlüğü olarak tanımlandığını ifade eden Üstel, "Bilgi üretimi ve paylaşımının her aşamasında özgür bilgi üretiminin yaratılmasını istiyoruz" dedi.

Marmara Üniversitesi'nden Ayşe Durakbaşa, grubun ve çalışmanın kendisini refleks olarak dayattığını belirtti. Bu refleksin üniversitelerin yeniden yapılandırılmasına da karşı olduğunu kaydeden Durakbaşa, toplumsal sindirmenin üniversiteleri de kuşatmasını tehlikeli olarak yorumladı.

MGK ZİHNİYETİ ÜNİVERSİTELERDE

Galatasaray Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ahmet İnsel ise, üniversitelere yönelik 1980 ve 1990'lı yıllarda ağır baskıların olduğunu belirterek, bugünkü durumun o günlerde ağır olmadığını söyledi. Sorulması gereken sorunun, "Neden hala bu baskıları yaşıyoruz" şeklinde olması gerektiğini belirten İnsel, "Üniversiteler bu anlamda tüm otoriter zihniyet ve reflekslerine salgılandığı yerler oldu" dedi. YÖK'ün "üniversitelerin MGK'sı" olduğunu kaydeden İnsel, bu yapının hiç değişmediğini ifade ederek, "MGK zihniyeti aynı şekilde üniversitelere gelmiştir" diye belirtti. Öğrencilerin ve öğretim elemanlarının TMY gerekçe gösterilerek tutuklandığını hatırlatan İnsel, üniversite dünyasının harekete geçmesinin olmazsa olmaz olduğu vurgusunda bulundu.


(kaynak: anf)

16 Şubat 2012 Perşembe

Kafkasya, Ortadoğu ve Balkanlar’dan LGBT aktivistleri Ankara'da homofobiyle mücadele için buluşuyor

Kafkasya, Ortadoğu ve Balkanlar’dan 12 ülkenin LGBT aktivistleri homofobiye karşı buluşmak için ikinci defa Ankara’ya geliyor.

Arnavutluk, Azerbaycan, Bosna Hersek, Ermenistan, Gürcistan, Hırvatistan, Karadağ, Lübnan, Makedonya, Sırbistan, Türkiye ve Yunanistan’dan homofobi karşıtları, 16-19 Şubattarihlerinde buluşacak.

Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma kapsamında geçen yıl yeni bir adım atan Kaos GL, “bölgesel ağ” kurmak için Kafkasya, Ortadoğu ve Balkanlar’dan homofobi ve transfobi karşıtlarını Türkiye’de buluşturdu.

“Homofobiye Karşı Bölgesel Ağ”ı örgütleyen ve buluşmaya ikinci kez ev sahipliği yapan Kaos GL, Ortadoğu, Kafkasya ve Balkan ülkeleri LGBT’leri arasında dayanışmayı hedefliyor.

İkinci “Homofobiye Karşı Bölgesel Ağ” Programı

Bölgesel Ağ’a yeni katılan örgütlerle tanışmanın ardından ülkelerimizdeki son gelişmeler ve değişiklikler ile bölgelerimizdeki güncel olayların paylaşılacağı oturumu Ermenistan’dan Mamikon Hovsepyan modere edecek.

Geçen yılın üzerinden geçilecek oturumu Hırvatistan’dan Gordan Bosanac modere edecek. Bu oturumda“Neden bir araya geldik? Neden hâlâ birlikteyiz? Ve neden birlikte kalmaya devam edeceğiz?” soruları cevaplanacak.

“Neden Ağ ve “Ağ” tanımımız ne?” sorusunun tartışılacağı oturumu ise Sırbistan’dan Boban Stojanovic modere edecek. Bu oturumda tartışılacak alt başlıklar şöyle: “Ağ’ı nasıl inşa edeceğiz? Bu ağ ile amaçlarımız neler? Örgütler arasında ortak çalışma alanları ve imkânları oluşturabilir miyiz? LGBT aktivizminde yaşadığımız zorluklar neler ve birbirimize nasıl destek olabiliriz?”

Homofobiye Karşı Bölgesel Ağ’ın ikinci buluşmasında “örgütsel ihtiyaçlar” da masaya yatırılacak. Bu bölümde ne tür örgütsel ihtiyaçların bulunduğu paylaşılacak.

Bölgesel Ağ buluşmasının ikinci günü “başarı hikâyeleri”nin paylaşılması ile başlayacak. Yunanistan’dan Andrea Gilbert’in modere edeceği oturumda “birbirimizden neler öğrenebiliriz?” sorusuna cevaben paylaşımlar, örgütlerin “Hukuk, Medya, Sığınma evleri, Savunuculuk, Sağlık, Eğitim, Gençlik, Kadın…” gibi alanlarda gerçekleştirdikleri çalışmalardan oluşuyor.

Ermenistan’dan Nazik Armenakyan’ın “fotoğraf sunumu” ile Sırbistan’dan Boban Stojanovic’in “LGBTQ Hakları Mücadelesinde Pop Yaklaşımı” sanat oturumunun sunumları.

“Ataerkiye ve Feminizme Bakmak” oturumu, Andrea Gilbert ile Sırbistan’dan Biljana Stankovic’in sunumlarıyla gerçekleşecek.
Makedonya’dan Kocho Andonovski’nin modere edeceği “LGBT’li Aileler / LGBT’lerin Aileleri” oturumunda bu alanda çalışan örgütlerin nasıl ortaklaşabileceği ele alınacak.

Gürcistan’dan Giorgi Gotsiritze’nin modere edeceği “aramızdaki ve yanı başımızdaki LGBT’lerin bireysel hikâyeleri” oturumunda ise “ülkelerimizdeki LGBT’ler ne tür sorunların altından kalkıyorlar?” sorusunun cevapları paylaşılacak.

Bölgesel Ağ’ın ilk alt toplantısı Zagrep’te

Homofobiye Karşı Bölgesel Ağ’ın ilk alt toplantısı Nisan ayında, Hırvatistan’ın başkenti Zagrep’te yapılacak. Zagrep buluşmasının hazırlık sürecinin ele alınacağı oturumu Queer Zagrep örgütünden Gordan Bosanac modere edecek. Bu oturumda, “Kafkasya’da da bir toplantı örgütleyebilir miyiz?” sorusuna cevap aranacak.

Homofobiye Karşı Bölgesel Ağ toplantısının ikincisi, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, Olof Palme International Center, TACSO (Technical Assistance for Civil Society Organizations) ve Açık Toplum Vakfı Türkiye’nin destekleriyle gerçekleşiyor.

Homofobiye Karşı Bölgesel Ağ

Kaos GL, LGBT örgütler ile uluslararası alanda politika üretmede, yaymada ve bölgesel müdahalelerde ortaklaşmayı planlıyor.

Homofobiye karşı mücadelede dayanışma için Ortadoğu, Kafkasya ve Balkan Ülkeleri LGBT Ağı oluşturmayı planlayan Kaos GL, “Homofobiye Karşı Bölgesel Ağ” girişimi için hazırladığıgerekçe metni: 2010_homofobiye_karsi_bolgesel_ag.htm

İlgili haber:

15 Şubat 2012 Çarşamba

13 şubat'ta 15 kadın üyesi gözaltına alınan KESK'li kadınlardan mektup var


KESK’li kadınlar 13 Şubat sabahına günün ışıklarıyla değil, polis baskınıyla başladılar. Sabahın erken saatlerinde tam da çok sevdikleri, her gün gözlerinin içine baktıkları çocuklarının önlüklerini giydirecekken, tam da gözlerinden öpüp okullarına uğurlamak üzereyken çaldı kapı.
Aralarında KESK Kadın Sekreteri Canan Çalağan, KESK eski Kadın Sekreteri Songül Morsümbül, SES Merkez Kadın Sekreteri Bedriye Yorgun ve Tüm Bel Sen Merkez Kadın Sekreteri Güler Elveren’in de bulunduğu toplam 15 kadın üye ve yöneticimiz evlerine yapılan polis baskını ile gözaltına alındı.
Mücadele arkadaşlarımız, dostlarımız birer birer yanı başımızdan alınıp götürülüyor.  Şu an aralarında Prof. Dr Büşra Ersanlı’nın da bulunduğu 30’u aşkın KESK üyesi cezaevinde… Onlar demir parmaklıklar ardına girdikçe bizler mücadele azmimizden bir şey kaybetmiyoruz; ama demokratik ve insanca yaşamdan bir şeyler eksiliyor.
Emeğin, demokrasinin, barışın egemen olduğu bir dünya için mücadele yürüten KESK’li kadınlar, sokakları özgürleştirirken, “özgürleştikleri” için bugün gözaltındalar, cezaevlerindeler.
Türkiye’nin en fazla kadın üyesine sahip, kadınların en yüksek oranda temsil edildikleri Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu olan KESK’in ve KESK’li kadınların emeklerine, bedenlerine, kimliklerine sahip çıkmak için yürüttükleri mücadele emniyet ve MİT arasında gövde gösterisine dönüştürülen operasyonlara kurban edilemeyecek kadar onurlu bir mücadeledir.
8 Mart’ta “ savaşa,  güvencesizliğe, kadın cinayetlerine, baskı, sürgün ve tutuklamalara karşı Her Yer 8 Mart Her Yer Direniş”, “ 8 Mart resmi tatil ilan edilsin" diyerek iş yerinde hizmet üretmeyeceğiz. 2009’dan bu yana başlatılan bir soruşturmanın, bugün 8 Mart’ı tüm görkemliyle kutlamaya hazırlandığımız bir dönemde gerçekleştirmesi de ayrı bir anlam taşıyor.
Tek isteğimiz adalet, özgürlük; kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ve şiddetin son bulması; barış içinde insanca bir yaşam. Bunun için gözaltındaki arkadaşlarımızın sesini, köşe yazılarınızda, meclis kürsülerinizde, gazete haberlerinizde, üniversite amfilerinizde duyurarak sesimize ses katmanınızı istiyor, bekliyor ve umut ediyoruz.
                                                                              SAKİNE ESEN YILMAZ
                                                   EĞİTİM SEN MERKEZ KADIN SEKRETERİ

13 Şubat 2012 Pazartesi

ermenistan türkiye sinema platformu türkiyeli ve ermenistanlı sinemacıları birlikte film yapmaya davet ediyor

Birlikte film yapıyoruz!


Ermenistan Türkiye Sinema Platformu beşinci yılında Türkiyeli ve Ermenistanlı sinemacıları bir kez daha birlikte film yapmaya davet ediyor. Türkiyeli ve Ermenistanlı sinemacıların katılımına açık olan ve biri Nisan ayında İstanbul'da, biri de Temmuz ayında Erivan'da gerçekleştirilecek iki toplantıda, iki projenin 10000 USD ile ödüllendirileceği Sinema Destek Fonu iki ülkeden sinemacıları birlikte çalışmaya teşvik etmeyi amaçlıyor.

Platform'un Sinema Destek Fonu ortak yapım gerçekleştirmek isteyen sinemacılara açık. Herhangi bir konu ya da tür sınırlanması olmayan Fon'un tek koşulu, filmlerin ortak yapım olması.

2007 yılından bu yana Erivan Uluslararası Altın Kayısı Film Festivali ile İstanbul Anadolu Kültür inisiyatifiyle sürdürülen ve Ermenistanlı ve Türkiyeli sinemacıları bir araya getirmeyi amaçlayan çalışmalar, 2009 yılında Ermenistan Türkiye Sinema Platformu adı altında birleştirilmişti. 2010 yılından beri sinemacılara ortak üretim için destek veren Platform'un ilk beş filmi 2011 yılında, 30. Istanbul Film Festivali'nde seyirciyle buluşmuş, ardından Türkiye'de ve dünyada pek çok yerde gösterilmişti.

 2011 yılında destek olunan iki film, Lusin Dink'in yönettiği, Soner Alper'in yapımcılığını üstlendiği ve William Saroyan'ın 1963'te yaptığı Bitlis yolculuğundan esinlenen belgesel 'Wonderful, Very Nice' ile, Adrineh Gregorian'in yönettiği ve Vahe Ohanyan'in yapımcılığını üstlendiği Back to Gürün, Temmuz ayında Erivan Altın Kayısı Film Festivali'nde ilk kez seyirci karşısına çıkacak.

2012 yılı çağrısıyla ilgili ayrıntılı bilgi için websitemizi ziyaret edebilirsiniz:
http://cinemaplatform.org/Index.php

Sorularınız, detaylı bilgi ve görseller için:
nesragurbuz@anadolukultur.org
0 212 219 18 36

8 Şubat 2012 Çarşamba

Sevag için adalet..basın toplantısı


Sevag Şahin Balıkçı 24 Nisan’ın 1915’in yıldönümünde, 24 Nisan 2011’de, zorunlu askerlik hizmetini yaptığı Batman’da öldürüldü. Genelkurmay Başkanlığı yaptığı açıklamada olayın “şakalaşırken kazayla” meydana geldiğini duyurdu.

Ancak görgü tanıklarından biri, ilk ifadesini değiştirerek sanığın tüfeği Sevag’a doğrultarak ateş ettiğini gördüğünü söyledi. Buna rağmen mahkeme sanığın tutuksuz yargılanmaya devam edilmesine hükmetti.

Baştan beri bunun ırkçı bir nefret cinayeti olduğuna inanan bizler basını, davanın geldiği aşamada edindiğimiz bilgileri, sanığın neden tutuklanmadığını, tanık ifadesinin nasıl değiştiğini paylaşmaya davet ediyoruz.

BASIN TOPLANTISI:
Cezayir Toplantı Salonu
(Hayriye Cad. No: 12, Galatasaray Lisesi’nin arkası)
1O ŞUBAT 2012 (CUMA)
SAAT:  12.00
……..
Balıkçı ailesi ile Sevag İçin Adalet Girişimi’nden Arat Dink, Ufuk Uras, Roni Margulies, İlkay Akkaya, Zeynep Tanbay, Cengiz Alğan, Şanar Yurdatapan, Hayko Bağdat, Lale Mansur, Yasemin Göksu, Aydın Engin, Garo Paylan, Şenol Karakaş, Mehmet Demir, Volkan Akyıldırım, Nil Mutluer, Levent Şensever, Yalçın Ergündoğan, Işın Eliçin’in katılımıyla.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Dersim'deki Peri suyu'na yapılan HES'e karşı 9 köy birleşti, direniş çadırı kurdu

Tunceli’nin Nazimiye İlçesi’ne bağlı Aşağı Doluca köyünden geçen Peri Suyu üzerinde Limak Holding tarafından yapılan Pembelik Barajı’na karşı kurulan “Direniş Çadırı” 150. gününü geride bıraktı. Topraklarını terk etmek istemeyen yurttaşlar, bir metrelik beyaz örtüye rağmen direnmekte kararlı.
Tunceli’de akarsuların aktığı her vadiye HES ve baraj projeleri yapılıyor. Munzur, Mercan ve Pülümür vadilerinden sonra bir yıldır Peri Suyu üzerinde 7 ayrı HES ve baraj projesi hayata geçiriliyor. Peri Vadisi’nde bulunan 9 köyü sulara gömecek olan Pempelik Barajı’nın inşaat çalışması kış mevsimine rağmen devam ederken, projenin tamamlanması durumunda Dersim, Bingöl ve Elazığ üçgeninde bulunan yerleşim alanlarının birbirinden irtibatları da tamamen kesilecek. Koruculuk sistemini kabul etmedikleri için yapılan barajlarla sürgüne tabi tutulduklarını söyleyen yurttaşların kurduğu “Direniş Çadırı”
150. gününü geride bırakırken, bir metrelik kara rağmen topraklarını terk etmek istemeyenlerin direnişi devam ediyor.
Peri Vadisi'ni şimdiye kadar hiç kimse tarafından malesef bilinmektedir. Peri Vadisinde akan Peri Suyu, Mezopotamya uygarlığının ikinci büyük kolu olup, Bingölün Kiği ilçesinden doğup, yayladere ilçesi, Elazığ Karakoçan, Tunceli, Nazimiye ve Mazgirt ilçelerinden geçerek, Munzur Suyu ile birlişirik Kebana dökülüp orda Fıratı oluşturmaktadır. Çok zengin endomik bitki örtüsüne sahip olan bu vadi arıcılık, hayvancılık ve organik tarımın yapıldığı ve insanların geçimini bunlardan sağladığı bu vadide, AKP döneminde peşpeşe enerji üretimi adı altında sularımızın işletim hakkını şirketlere satılarak bizlerin ve burda yaşayan yabani hayvanların suya erişimi engelenmiş oluyor. Peri suyu üzerinde yapılan Özlüce barajı (Falliyete), Kiği barajı (inşaat halinde), Yedisu Barajı (inşaat halinde), Tatar Barajı (inşaat halinde), Seyrantepe (Faaliyete), Pembelik Barajı (inşaat halinde), Hergep, Karataj regülatörleri yapılma aşamasında. Peri Suyu doğduğu yerden döküldüğü yere kadar 12 km aralıklarla barajlar yapılarak doğamız geri dönüşümsüz olarak peşkeş çekilerek yok edildi ve edilmeye devam ediyor. Peri Suyundaki; Tatar, Seyrantepe, Pembelik barajları LİMAK Şti. taragından ve bu şirketin ortağı olan Fenerbahçe Külübünün Başkan Vekili olan Nihat Özdemirin ortağı olan şirkettir. Şu anda Köylülerin İstemedikleri ve yapılmaması için karşı durdukları ve eylemler yaparak ve yapılmaması 6 aydan fazala çadır nöbeti tutarak direniş göstermesine rağmen, kendi kulubünün şu andaki durumu hakkında hak hukuk ve adalet laflarını ağzından düyürmeyen Nihat özdemirin, köylülere kendi topraklarında istemedikleri bu baraj için ne kadar iyi bir ADALET rolü yaptığı herkesin bilmesinde fayda var.
‘BU TOPRAKLAR BİZİMDİR’
Peri Suyu kenarında bulunan köyleri boşaltmak amacıyla baraj ve HES’lerin yapıldığına dikkat çeken Aşağı Doluca Köyülüleri “Bu topraklar ecdatlarımızdan bize kalan bir mirastır. Birileri gelip bizi buradan gönderemez. Buradan yetkililere sesleniyoruz; eğer sizin inancımıza saygınız yok ise, bizim de sizin varlığınıza hiçbir saygımız kalmaz. Ayıptır, günahtır inanç merkezlerimize el uzatacak kadar gözünüz dönmüş. Biz baraj yapılmasına izin vermeyeceğiz. Yok ‘biz halkın iradesini, hakkı hukuku dinlemiyoruz’ diyorsanız, o zaman bizim de size karşı öfkemiz çok büyük olacak” dedi.
‘AMAÇ SÜRGÜN VE İNSANSIZLAŞTIRMAK’
Dersim, Elazığ ve Bingöl illerinin kesiştiği alanda bulunan Peri Suyu’nda başlatılan Pembelik Barajı’na karşı 9 köyün bir araya gelerek oluşturulduğu Özgür Köylü Hareketi’nin kurduğu “Direniş Çadırı”nda 150 gündür nöbet tuttuklarını, iradeleri dışında baraj yapılmasına asla izin vermeyeceklerini söylediler. Bölgede yaşayan köylüler, “Dersim tarihi boyunca kimliği ve inancından dolayı hep sürgün edildi. 1938’de katliamdan sonra sürgün yaşandı. 1994 yılında da köylerimiz yakılarak boşaltıldı ve koruculuk dayatıldı, şimdi baraj suları altında bırakmayı düşündükleri 9 köyü ateşe vererek bizleri tekrar topraklarımızdan sürdüler. 10 yıl aradan sonra köylerimize tekrar yerleştik. Bu kez de elimizde bulunan tapularımıza rağmen arazilerimizi tamamen ormanlık alan göstererek bize danışmadan baraj inşaatına başlamış durumdalar. Tekrar sürgünü yaşamamak için bu kara karşı nöbet tutuyoruz. Peri Vadisi’nde yaşayan köylüler devletin hiçbir hizmetinden yararlanmıyor, sadece bize elektrik veriyorlar. Bize karışmasınlar buna da razıyız. İşte biz onun için günlerdir devam eden karın altında nöbet tutuyoruz. 150 günümüz doldu ama kimsenin bizden haberi yok. Bu topraklarda baraj istemiyoruz bu böyle bilinsin” diye türkiyede vicdan sahibi olan bütün insanlara sesleniyoruz..
‘BARAJ DEĞİL TURİZME AÇILSIN’
Dersim coğrafyasını tamamen insansızlaştırma politikasının devreye konulduğunu söyleyen Çayağzı (Zimtek) Köyü’nden Mehmet Gönül ise, “ Bu güzelim doğa harikası vadiyi turizme açacaklarına 7 HES ile 2 baraj projesiyle yok etmeyi düşünüyorlar. Ancak biz buna izin vermeyeceğiz. Birçok köylünün küçük çapta üzerinde arazi olduğunu gösterip dönümüne 4 TL değer biçmişler. O para için bankaya gitmeye bile değmiyor. Ayrıca biz arazilerimizi değil 4 TL, 4 bin TL de değer biçseler barajın yapılmasına ne izin veririz ne de arazilerimizi gözü dönmüş baraj şirketlerine peşkeş ederiz” diyerek, medyadan kendilerine destek çıkmasını beklediklerini dile getirdi.

5 Şubat 2012 Pazar

taksim platformundan "taksim gezi parkı korunsun" başvurusu

http://www.taksimplatformu.org/


Taksim Gezi Parkının, Halil Paşa Topçu Kışlasının restitüsyonu  için yok edilecek olmasına karşı yüzlerce konusunda uzman şehir plancısı ve mimar üniversite öğretim üyesi, sanatçı, semt dernekleri, parkın bir kültür varlığı olarak korunması gerekliliği talebiyle İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne tescil başvurusu yaptı.


03.02.2012 tarihinde  İstanbul ve Ankara’daki üniversitelerde görevli mimar ve şehir plancısı öğretim üyesinin başvurusunu takiben  semt dernekleri, vakıflar  gibi  tüzel kişiler de 1993 yılında kentsel sit alanı ilan edilmiş olan  Beyoğlu bölgesi sınırları içindeki Taksim Gezi Parkının yok edilmemesi tersine kültür varlığı olarak korunması için harekete geçtiler. Kurula başvuranlar  arasında Türkiye’nin tanınmış  koruma uzmanları da var.


Bu girişim, son günlerde İBB’nin Taksim Meydanını yayalaştırma projesi ile yeniden gündeme gelen, kentin içindeki önemli yeşil gezinti alanlarından biri olan Taksim Gezi Parkının korunması ve geleceğe taşınması için önemli bir adım oluşturuyor. Aynı zamanda kenti ve dolayısıyla kullanıcısı olan kentliyi ilgilendiren önemli kararlarda koruma kurullarının  ve yerel yönetimlerin  kararlarının müzakere ile oluşturulması gerekliliğini de ortaya koyuyor.


Başvuruda yer alan görüşler şöyle:


Bizler aşağıda isimleri yazılı olan kişiler; yıllardır kent için düşünen, çalışan, fikir üreten akademisyen, meslek sahibi mimar, restoratör, şehir ve bölge plancısı, kentsel tasarımcı, sanatçı, yazar ,sivil toplum gönüllüleri  ve her şeyden önemlisi kentli olarak kendimizi yaşadığımız kente, kentliye ve gelecek kuşaklara karşı sorumlu hissediyor ve Taksim Gezi Parkı’nın korunması gerekli bir kültür varlığı olarak tescil edilmesini Koruma Kurulu’nuzdan talep ediyoruz. 


Taksim Gezi Parkı, uluslararası şehircilik ve mimarlık tarihinin tanınmış isimlerinden, şehirci- mimar Henri Prost tarafından 1939-1942 yılları arasında hassas bir şekilde etüd edilerek tasarlanmış, törensel ve anıtsal bir alan olma özelliği ile önemli bir  kamusal alan, erken Cumhuriyet döneminin kültür ve kent anlayışını temsil eden simgesel bir alan, döneminin kentsel tasarım anlayışına uygun olarak açık bir perspektif oluşturma düşüncesiyle aksiyel bir düzende tasarlanmış, ulu çınar ağaçlarıyla açık bir gezinti alanı. Gerek tasarım ilkeleri açısından ,gerekse de tarihçesiyle kentlilerin ortak hafızasında anı mekânı olması ve İstanbul’un en önemli meydanlarından olan Taksim Meydanı ve çevresinin mekânsal niteliğini belirleyen önemli bir öge olmasıyla dikkatle korunması gereken bir kentsel yaşam alanıdır.


İstanbul I no’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 07.07.1993 tarih ve 4720 sayılı kararı ile kentsel sit alanı ilân edilen Beyoğlu ilçesi sınırları içinde bulunan Taksim Gezi Parkının; yukarıda belirtilen nitelikleriyle T.C. Kültür Bakanlığı Kültür Ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu’nun “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Gruplandırılması, Bakım Ve Onarımları” ile ilgili 5.11.1999 tarih, 660 sayılı ilke kararı gereğince, “toplumun maddi tarihini oluşturan kültür verileri içinde tarihsel, simgesel, anı ve estetik nitelikleriyle ve kent ve çevre kimliğine katkıda bulunan kültür varlığı niteliğindeki yöresel yaşam biçimini yansıtan yapılar korunması zorunlu yapılardır”  tanımlamasına  dayanarak  bir kültür varlığı olarak tescil edilmesini talep etmekteyiz. Parkın sahip olduğu bu özgün mekânsal değerler ve kentin yeşil sisteminin önemli bir tamamlayıcısı ve kentlilerin bugün yoğun biçimde kullanmayı sürdürdüğü bir rekreasyon alanı olarak işlevsel rolüyle de bir kültür varlığı olarak tescil edilmesi gelecek nesiller için sürdürülebilir olması açısından kaçınılmazdır. 


Bu talebimizin önemli dayanaklarından biri de 2011 yılı içinde UNESCO tarafından da kabul edilen “tarihi kentsel peyzaj” (historic urban lanscape) kavramıdır. Bu kavramın temelini oluşturan düşünceler şu şekilde dile getirilmektedir.  


“…Kentsel büyüme, tarihi kentsel alanların özünü dönüştürmekte, kentsel yoğunluklar ve yönetilemeyen değişiklikler, yerin ruhunu, kentsel dokunun bütünlüğünü, toplumların kimliğini zayıflatmaktadır. Bazı kentsel alanlar işlevselliklerini, geleneksel rol ve kimliklerini kaybetmektedirler. “Tarihi kentsel peyzaj” yaklaşımı, bu etkilerin yönetilmesi ve hafifletilmesinde yardımcı olabilir… Tarihi kentsel peyzaj, kentsel bağlamın genişletilmesinin ve "topluluk" kavramıyla desteklenmesinin ötesinde, kültürel ve doğal değerlerin katmanlaşması olarak anlaşılmaktadır. Bu daha geniş bağlam, alanın doğal özellikleri; tarihi ve günümüzün yapılı çevresini; zemin üstünde ve altındaki altyapıları; açık alanları ve bahçeleri, arazi kullanım deseni ve mekân organizasyonu; kentsel yapının diğer tüm unsurlarını ve yanı sıra algıları, görsel ilişkileri içerir. Aynı zamanda, sosyal ve kültürel uygulamaları, değerleri, ekonomik süreçleri, çeşitlilik ve kimliğe ilişkin maddi olmayan boyutları içerir…”


Bu çağdaş yaklaşım; bir kentin tarihsel topoğrafyasının büyük ölçekli kentsel projelerle müdahale edilerek değiştirilmesinin kentin belleğinin birdenbire silinmesini getireceğini ve bu durumun her açıdan bir kayıp olduğunu vurgulamaktadır. Taksim Gezi Parkı İstanbul kentinin; İstanbul’da yaşayanların ve hatta kısa süre ile bu kenti ziyaret edenlerin bile belleğinde yer etmiş bir kamusal alandır ve son altmış yılın kentsel topoğrafyasının bir parçasıdır. Gelecekte kentin tarihindeki bir katmanı oluşturacak bu dokuyu yıkıp parçalamadan kullanmak bizim neslimizin sorumluluğundadır.  

2 Şubat 2012 Perşembe

Uluslararası Feminist Forum’u koordine edecek olan Kaos GL, 9-10 Mart 2012 tarihlerinde düzenleyeceği etkinlik için bir çağrı yayınladı

.
“Hızla Muhafazakârlaşırken Ne Yaptığımıza, Nasıl Yaptığımıza, Nerede Durduğumuza Bakmak?” başlıklı çağrıyı Kaos GL Derneği Danışma Kurulu’ndan Prof. Dr. Simten Coşar kaleme aldı.

Kaos GL, Feminist Forum’da, feminist hareketlerin, gittikçe muhafazakârlaşan siyasal yapılar içerisinde nerede durduklarını, durdukları yerlerde nasıl durduklarını, muhafazakâr karar alma mekanizmalarıyla nasıl ilişkilendiklerini masaya yatırmayı amaçlıyor.

Başkent Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Bölümünden Prof. Dr. Simten Coşar’ın kaleme aldığı Feminist Forum çağrı metnin tamamı şöyle:

Hızla Muhafazakârlaşırken Ne Yaptığımıza, Nasıl Yaptığımıza, Nerede Durduğumuza Bakmak?

“Son on yılda sadece Türkiye’de değil dünya genelinde toplumsal ve siyasal muhafazakârlaşma farklı biçimlerde ve farklı ölçülerde görünürlük kazandı. İşin ilginci, bu muhafazakârlaşmanın liberalliğin belirli bir versiyonunun içerisinden işlemesi.

Hâl böyle olduğunda, muhafazakâr toplumsal dinamiklerin tam göbeğinden konuşan muhafazakâr karar alıcılar, kimlik temelinde dillendirilen hak taleplerine liberal bireysel özgürlüklere referansla “hoşgörü” gösterebiliyorlar!

Hâl böyle olduğunda, kimlik talepleri, cemaat yapıları içerisinden kabul görebiliyor; ama politik söze dönüşme ihtimalinin önü alınıyor.

Hâl böyle olduğunda, devlete sıkıştırılmak istenmeyen politik öneriler, piyasaya sıkıştırılan sivil topluma havale edilebiliyor.

Hâl böyle olduğunda, hak talepleri muhafazakâr toplumsal dinamiklerin yeniden-üretimine eklenebiliyor.

Nam-ı diğer:

Şiddet münferitleştiriliyor.
LGBT’ye “ol, ama görünme” deniyor.
Kadınların hakları, aile içerisindeki kadınların haklarıyla kısıtlanıyor.
Yurttaşın hakları yine aile içerisinden okunabiliyor.

Bu sene uluslararası platforma taşıdığımız Feminist Forum’da, feminist hareketlerin, gittikçe muhafazakârlaşan siyasal yapılar içerisinde nerede durduklarını, durdukları yerlerde nasıl durduklarını, muhafazakâr karar alma mekanizmalarıyla nasıl ilişkilendiklerini masaya yatırmayı amaçlıyoruz. Bunu yaparken, hangi meselelerin, nasıl ön plâna çıktığını ve hangi meselelerin üzerine, neden süreğen bir şekilde perde indirildiğini soruşturmak istiyoruz.

Kısaca, Türkiye’den ve Akdeniz ve Orta Doğu’dan feminist oluşumları muhafazakârlığın farklı yüzleriyle halleşme deneyimlerini paylaşmaya ve ortak bir platformdan söz üretmeye çağırıyoruz.”

İlgili haber:
Feminist Forum Hazırlık Toplantısı Kaos Kültür Merkezinde

30 yıldır cezaevinde yatan ve 2025'e kadar yatması planlanan tahir canan ve oğlundan mektup

Merhabalar,
Ben 30 yıl 7 aydır Cezaevinde yatmakta olan Tahir CANAN ın oğlu ilhan CANAN. Hepimizin bildiği gibi ülkemiz tarihi kara delikler ile dolu ben 1978 doğumluyum direkt olarak ben yaşamasam da bu ülkede Darbeler, işkenceler, idamlar yaşandı Vatanseverler Vatan haini ilan edildi. Binlerce insan cezaevlerinden geçirildi.
12 Eylül ile hesaplaşmanın çokça bahsedildiği bir dönemde İnsan Hak ve Özgürlüklerinin konuşulduğu Anayasa çalışmalarının yapıldığı bir dönemde babam Tahir CANAN kendi deyimi ile CEZAEVİNDE UNUTULAN adam. SIKIYÖNETİM mahkemeleri ve DGM’lerin verdiği kararlar nedeniyle 30 Yıl 5 aydır cezaevinde.
Bugün Ne SIKIYÖNETİM MAHKEMELERİ var, Ne DGM ler var. Ne OHAL var. Bunların hepsi kalktı. Güya Demokratikleştik, Özgürleştik geçmişle, 12 Eylül le hesaplaştık.
Benim anlamadığım tüm bunların sonuçları yüzünden Cezaevinde olan Tahir CANAN neden Cezaevinde ?!
Tahir CANAN ın cezaevinde yatıyor olması tam bir HUKUKSUZLUK ve VİCDANSIZLIKTIR.
Hukukun üstünlüğüne inanan, İnsan hak ve Özgürlüklerine önemini bilen, Özgürlükler meselesinde VİCDAN ve AHLAK sahibi tüm Aydın, Yazar, Gazeteci, Siyasetçi Ülkemizin aydınlık yüzü değerli insanlarımızdan bu mücadelemize destek vermelerini bekliyoruz.
Bu konuda şuana kadar bizlere destek veren tüm dostlarımıza da çok teşekkür ediyoruz.

Tahir CANAN 30 Yıl 5 aydır Cezaevinde yatmakta ve 2025 e kadarda yatacağı söylenmesine rağmen Bu ülkede;

Haluk KIRCI, Mehmet Ali AĞCA,  Van Depreminde Cem EMİR ve Sebahattin YILMAZ nezdinde göçük altında kalanların katilleri özgür.

İlhan CANAN




KAMUOYUNA AÇIK BİLGİ

Keyfi olarak, Malatya 1Nolu DGM’nin, cezayı bütün sonuçlarıyla kaldıran kararı uygulanmadığı için içerde tutuluyorum. Bu nasıl bir iş derseniz; Malatya 1. Nolu DGM’nin kararı Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin keyfi yorumuna uğruyor. “Ceza kalksa da suç devam eder.” diyor. Yani ceza tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılıyor ama uygulamada ceza tam olarak devam ediyor! Sorun bu! Aşağıda açıklayacağım ama önce bir iki temel olguya değinmek de gerekiyor.
Aslında hukuk benim bütün yargılama sürecimde hiçbir biçimde çalışmadı. Sıkıyönetim yargılamaları polis fezlekesini, polis kanaatini temel veri, hukuki dayanak olarak kabul etti! Cezayı kesti! O günden beri yanlışlar yanlışlara eklenerek devam ettirildi.  Sıkıyönetim yargılamaları hukuki yargılamalar olarak kabul edildi! Arkasından özel yetkili mahkemeler sıkıyönetim mahkemelerinin devamı olarak çalıştı. Hala da çalışıyor! Hukuk, 7 başlı bir ejderha gibi ezilenlerin üzerine çullandı. Haliyle hukuksuzluk kanıksanarak hukuk haline getirildi. İyileştirmeden söz edildiğinde bilinmelidir ki daha kötü kurallar konuldu. Bu süreç biraz da o kötüler içinde nefes almaya çalışma halini veriyor insana. Fakat nefes alalım derken bir bakıyoruz ki boğazımız daha fazla sıkılıyor.
Sadece benim özgünümde yaşanan trajedi Aziz Nesin’in ünlü oyunu, romanı “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” gibi! İşlerine geldiğinde cezan yok, ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmış! Ama işlerine gelmediğinde cezan kalksa da suç devam eder! Onun içinde 1993/175 Esas, 1994’de Malatya 1. DGM’nin 12 Yıl 6 Ay verdiği ceza ile uğradığım hak kayıpları bu ceza kalkmasına rağmen (2003/132 Esas, 2003/113 Karar)¹ hiç ceza kalkmamış gibi ceza infaz ediliyor. Aslında burjuvazi kendi hukukunu kendi normuna uygun uygulasa idi! Beni 2003, 21 Ekim’inde tahliye etmesi gerekirdi.* Burjuvazi şu durumda kendi normuna da uymamakta. Şu halde teorik olarak ceza bütün sonuçlarıyla kalkmış, ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmiş! Ancak pratikteki uygulama ise hem kalkan cezanın cezasını infaz ediyor hem de o cezaya bağlı olarak geri alınan infazı ceza olarak uyguluyor.
Bu hatalı uygulamalar için defalarca Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne yazdım. Adalet Bakanlığı yetkilileri ise uygulamanın doğru olduğunda ısrar ediyorlar. Yani kalkan bir cezanın kararının pratik olarak infaza yansıtılmasında, mahkeme kararının uygulanmamasında hiçbir problem yokmuş! Sanki Adalet Bakanı adaletin doğru işlemesinden, hukuk birliğinin sağlanmasından sorumlu değilmiş gibi bir tutum içinde. Adeta adaletle Tarım ve Köy İşleri Bakanı kadar uzak, Orman Bakanı kadar da yabancı durmakta. Yıllardır orman kanunuyla içerde tutuluyorum ve bunu görmüyor. Görmek de istemiyor.
En son, hatalı infaz uygulayan Gebze Ağır Ceza Mahkemesi’ne infazdaki hatanın düzeltilmesi için meşruten (2002/216) tahliye kararının kaldırılması için dilekçe verdim. Önce bu talebim Gebze Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildi. Sonra temyiz ettim. Temyizi inceleyen Kartal 3. Ağır Ceza Mahkemesi, Gebze Ağır Ceza Mahkemesi kararının hukuki dayanağını göstermediğini belirtti. İnfaz dosyası üzerinde inceleme yapılarak karara gidilmesi önerildi. Gebze Ağır Ceza Mahkemesi infaz dosyasını inceleyerek karara gittiğinde “Mahkememizin meşruten tahliye kararı uygulanamaz hale gelmiştir, meşruten tahliye konusunun ortadan kalkması nedeniyle talebin kabulüne” denmiş. Mahkeme böylece hatalı infaz uyguladığını kabul etmiş. Daha öneki (2002/216) meşruten tahliye kararını (2011/16 Ek Kararıyla) kaldırmış.
Ancak mahkemenin bu kararı Bandırma İnfaz Savcısı Onur Oğuzer’i memnun etmemiş. Derhal mahkeme kararına itiraz etmiş. Eski hatalı uygulamaların devam etmesi için talepte bulunmuş. (Tabi savcılık mahkeme kararına itiraz ediyor ama mahkeme kararını d benden gizliyor, mahkeme kararını tebliğ etmiyor.) Çünkü Gebze Ağır Ceza Mahkemesi 2011/16 kararına göre beni 1 saat dahi cezaevinde tutmaları suçtu. Savcılık açıkça bu suçu işlemiş. Mahkeme kararı olmadan beni aylarca cezaevinde tutmuş.(Dosyanın temyiz süresi)  Zaten Gebze Ağır Ceza Mahkemesi de savcılığın itirazını reddetmiş. Ama bir üst mahkemeye göndermiş. Benden habersiz dosyanın itiraz süreci karara bağlanana kadar da ben öylece beklemişim!
Gebze Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığının itirazını reddetmiş. Kartal 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermiş. Kartal 3. Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığının itirazını kabul etmiş. Dosya Gebze- Kartal arası gidip gelmiş. Gebze kararında direnmiş. Kartal reddetmiş. Tam bir yılan hikâyesi. Sonunda dosya Bandırma’ya geldi. Kartal’ın kararına itiraz ettim. Dosya Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne gitti. Oradan çıkan ise mahkemenin takdir hakkına rağmen Kartal 3. Ağır Ceza Mahkemesi aleyhine yazılı emir yoluna gidilmemiş deniyor. Bu da adalet bakanlığı yetkililerinin keyfi davranış sergilediklerinin açık göstergesidir. Çünkü ortada iki mahkeme kendi kararlarında direnmişler. Karara son noktayı koyması gereken yer de Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü değil Yargıtay olması gerekirdi.
Sonuç olarak hiçbir hukuki dayanağı olmadan keyfi olarak cezaevinde tutuluyorum. Saygılarımla…
Tahir CANAN
Bandırma M tipi Ceza ve Tutukevi
B-8 Koğuşu
Bandırma BALIKESİR