28 Ekim 2013 Pazartesi

dildilian kardeşlerin objektifinden sergisi merzifon'da

Bir Ermeni Ailesinin Yitik Geçmişine Tanıklıklar
Dildilian Kardeşlerin Objektifinden (1872-1923)

Açılış: 30 Ekim Çarşamba 2013, 16.00

Merzifon, Taşhan

Dildilian Ailesinin fotoğrafları, 90 yıl sonra doğdukları yere, ata toprağına, Merzifon’a dönüyor. Sergi Taşhan’da Merzifonlularla buluşacak.

Merzifonlu, fotoğrafçı bir aile olan Dildilian kardeşlerin, Anadolu’nun karanlık bir dönemine tanıklık eden fotoğrafları ve tuttukları günlükler, ses kayıtları ve aile tarihi ailenin üçüncü kuşak torunlarından Armen Tsolag Marsoobian tarafından bir araya getirildi. Bir aile hikayesinden, Anadolu’nun bir dönemine tanıklık etmeyi mümkün kılan sergi ilk kez Nisan ayında İstanbul’da, Depo’da izleyiciyle buluşmuş, çok ilgi görmüştü.

Yaşamlarını Sivas, Merzifon ve Samsun yöresinde fotoğrafçılık yaparak sürdüren Dildilian ailesinin 1872-1923 yılları arasındaki öyküsünün arka planında dünyayı yerle bir eden savaş, can çekişen ve artık enkaza dönüşen bir imparatorluk var. Öykünün merkezinde ise bu enkazın altında ezilen, acı çeken ve yokolan bir ulus yatıyor.

Dildilianların öyküsü, üç aile üyesinin hatıralarından derlendi: Fotoğrafçılık faaliyetinin kurucusu Tsolag (1872 Yozgat - 1935 Atina), bir süre sonra bu işte abisine katılan Aram (1883 Sivas - 1963 San Francisco) ve annesi Haïganouch (Hayganuş) Der Haroutiounian’ın (1877 Sivas - 1954 Epinay-sur-Seine) anlattığı hikâyeleri aktaran, Tsolag ve Aram’ın yeğeni Maritsa Médaksian (1901 Merzifon - 1987 Epinay-sur-Seine).

Sergiye kaynaklık etmek üzere biraraya getirilen fotoğrafların büyük çoğunluğu, Tsolag ve Aram Dildilian tarafından, yıllar içinde Sivas, Merzifon, Samsun, Konya ve Amasya’da çekilen fotoğrafların arasından seçildi. Aile koleksiyonunda yer alan bu fotoğrafların sayısı 600’ün üzerinde bulunuyor. Söz konusu çalışmada Anadolu Koleji’nin zengin fotoğraf arşivinden de faydalanıldı.

Bir Ermeni Ailesinin Yitik Geçmişine Tanıklıklar Dildilian Kardeşlerin Objektifinden (1872-1923) sergisi, Merzifon Kültür Sanat Birliği ve Anadolu Kültür ve işbirliği ile, Merzifon’a Dildilian ailesinin ata toprağına dönüyor. Sergi Taşhan’da Merzifonlularla buluşacak.





19 Eylül 2013 Perşembe

bilgi üniversitesi'nin araştırmasına göre iç güvenlik harcamaları son 7 yılın en yüksek seviyesinde

TÜRKİYE’DE ASKERİ HARCAMALAR SABİTLENİRKEN İÇ GÜVENLİK HARCAMALARI ARTIŞ GÖSTERİYOR
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sivil Toplum Kuruluşları Eğitim ve Araştırma Birimi (Bilgi STK),  2003 yılından beri sürdürdüğü yayınlarına geçen sene “Sivil Toplum Kuruluşları Çalışmaları-Eğitim Kitapları,  Kamu Harcamalarını İzleme Dizisi” ekledi. Bu dizi kapsamında çocuk, engelli, sağlık, sosyal harcamalar, askeri ve iç güvenlik gibi tematik izleme kılavuzları yayınlandı. Bilgi STK, yayınlamış olduğu kılavuzlara ek olarak, açıklanan yeni kamu harcama verilerini kamuoyu ile paylaşmak üzere “Sosyal Koruma Harcamaları, Askeri Harcamalar ve İç Güvenlik Harcamaları” ile ilgili güncelleme notları oluşturdu. Notlara http://stk.bilgi.edu.tr/stkButce.asp adresinden ulaşılabilmektedir.
Prof. Dr. Nurhan Yentürk tarafından kaleme alınan notlarda Suriye’de yaşanan iç savaşın etkileri de yer alıyor.
Rapordan satır başları aşağıda yer alıyor:

Türkiye’de İç Güvenlik Harcamaları: 2006-2013
2012 yılı başında Bütçe Kanunu yayınlandığında iç güvenlik harcamalarının düşürülmesinin planlandığı görülmüştü. Ancak gerçekleşen iç güvenlik harcamaları incelendiğinde 2006 yılında 10 milyar  TL olan harcamaların son yedi yılın en yüksek seviyesine çıkarak 2013 yılında 27 milyar TL kanunlaşan harcama tutarı olduğu görülüyor. Cari fiyatla olan bu harcamalar GSYH’ya oran olarak incelendiğinde de iç güvenlik harcamalarında bir artış yaşandığı görülüyor. Harcamalardaki artışta İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün harcamalarındaki artışın katkısı bulunuyor.
İç güvenlik harcamalarında en büyük pay Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ait olduğu görülüyor. 2006 yılında harcama 5 milyar TL iken bu miktar 2012 yılında 13 milyar TL’ye yükseldi. Bu büyümenin daha da artacağı görülüyor. 2013 yılı kanunlaşan harcama tutarı 14 milyar 777 milyon TL. 2014 için bütçe öngörüsü 16 milyar TL.
Biber gazı alımları ve karakol inşaatlarına yönelik harcamalar şeffaf değil
Bu artışların içinden “sermaye giderlerinin” 2012 yılından itibaren TOKİ tarafından Güney Doğu ve Doğu Anadolu illerine yapılan 250 adet Karakol inşaatı nedeniyle, “mal alımlarının” ise biber gazı alımları nedeniyle olup olmadığını bilebileceğimiz bir kaynak bulunmuyor. Biber gazı alımı konusunda çeşitli milletvekilleri tarafından 2012 ve 2013 yıllarında verilen soru önergeleri cevaplandırılmadı.
Gizli hizmet giderlerindeki artış
2011 ve 2012 gerçekleşen harcamalar karşılaştırıldığında, daha önceki yıllardaki artış trendinden ve GSYH’nın artış hızından daha hızlı bir artış gösteren harcama olarak örtülü ödenek harcamalarını da içeren Gizli Hizmet Giderleri’ndeki artış göze çarpıyor. 2006 yılında bu rakam 293 milyon TL iken 2011 yılında 627 milyon TL’ye çıkmış ancak çok hızlı bir artış ile 2012 yılında 1 milyar TL ye yükseldiği görülüyor. Bu artışın esas olarak Suriye’ye yönelik harcamalardan kaynaklandığı düşünülebilir.
İç güvenlik harcamalarının içinde İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, köy koruyucularının maaşları, gizli hizmet giderleri, savunma hizmetleri harcamaları, kamu düzeni ve güvenlik harcamaları, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı gibi kalemler bulunmaktadır.
Türkiye’de Askeri Harcamalar: 2006-2013
Türkiye’deki askeri harcamaların 2006 yılında 19 milyar TL, 2012 yılında 33 milyar 549 milyon TL olduğu görülüyor. 2013 yılında kanunlaşan harcama 37 milyar TL. 2014 bütçe öngörüsü 40 milyar 822 milyon TL. Çalışmada hesaplanan SIPRI uyumlu askeri harcamaların GSYH’ya oranı son yıllarda yüzde 2,3 civarında çıkıyor. TL cinsinden incelendiğinde askeri harcamalarda cari fiyatla bir artış gerçekleşmiş ve öngörülmüş olsa da GSYH’ya oranı oldukça sabittir. Suriye’deki savaşın askeri harcamalar üzerindeki etkilerini ise önümüzdeki yıllarda görebileceğiz.
Uluslararası karşılaştırmalar, Türk ordusunun mevcudu yaklaşık 600.000 bin askeri ile dünyada en büyük 11. ve Avrupa’da Rusya’dan sonra en büyük 2. ordu olduğunu gösteriyor. Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamalarında, askeri harcamaların % 75’inin personel ve personel ihtiyaçlarına yönelik mal ve hizmet alımı, % 25’inin ise modernizayon projelerine yönelik olduğunun belirtilmesi bu anlamda şaşırtıcı değildir, ancak bu kadar yüksek bir asker sayısının gerekli olup olmadığı tartışma konusudur.
Günümüzde, harcamaların ne kadarının profesyonellere ne kadarının yüksek sayıda zorunlu asker bulundurmaya yönelik olduğu bilgisine ulaşılamıyor olması, zorunlu askerlerin hangi görevlerde çalıştıklarına yönelik bilgilerin yetersiz olması, zorunlu asker sayısını azaltmanın ya da profesyonel personel sayısını artırmanın maliyeti ve etkinliğinin kamusal alanda ve parlamentoda ayrıntılarıyla tartışılamamasının nedenlerinden biri ve belki de en önemlisi.
Türkiye’de Sosyal Koruma Harcamaları: 2006-2013        
Türkiye’de sosyal güvenlik, sağlık, sosyal hizmetler ve sosyal yardımları içine alan sosyal koruma harcamalarının GSYH’ya oranı 2006-2008 yılları arasında yüzde 11,5 civarından, kriz yılı olan 2009’da yüzde 13,49 olmuştur. Bu oran daha önceki tüm yıllardan daha yüksek. 2010 yılında yüzde 13;  2011 yılında yüzde 12,79; 2012 yılında yüzde 13,28 olarak gerçekleşti. Bu oran, 2013 Ocak ayında kanunlaşan bütçe gerçekleşirse oran yüzde 13,51 olacak.  Ancak 2014 yılında 13,34 bütçe öngörüsü ve 2015 yılında 13,11 bütçe öngörüsü oranı ile küçük bir düşüş planlandığı görülüyor.
Van depremi ve Suriyeli mülteciler
Merkezi yönetim kapsamındaki idareler içinde Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın harcamalarında 2011 ve 2012 yıllarında artış görüldü. 2010 yılında bu kurumun harcaması 633  milyon TL iken, 2011 yılında gerçekleşen harcama 2 milyar 554 milyon TL, 2012 yılında ise 2 milyar 877 TL’dir. Bu artışların 2011 yılına dek düşen kısmı esas olarak Van depremi ile ilgili yapılan harcamalar. 2012 yılında yapılan harcamalar ise esas olarak Suriyeli mültecilere yönelik yapılan insanı yardım harcamalarından kaynaklanıyor.
Birçok ülkeye oranla daha düşük
2008 döneminde GSYH’ya oranı yüzde 11,5 olan sosyal koruma harcamaları 2010-2012 döneminde yüzde 13 civarına yükselmesi ve 2013-2015 dönemi için en az bu oranda kalmasının planlanması olumlu bir gelişmedir, ancak ortalama yüzde 13 civarında kalan bir sosyal koruma harcaması oranı Türkiye için çok yetersiz. Bu oran, birçok ülkenin sosyal koruma harcamalarının GSYH oranı ile karşılaştırıldığında da oldukça düşük kalıyor.
Sosyal koruma harcamaları içinde en düşük pay yoksullara yönelik
2012 yılı için, sosyal koruma harcamalarının alt kalemlerinden  sigorta ve emeklilik ödemelerinin GSYH’ya oranının yüzde 7,96; sağlık harcamalarının GSYH’ya oranının yüzde 4,36 civarında gerçekleştiği görülüyor. Yoksullara yönelik yapılan sosyal hizmetler ve sosyal yardım harcamaları ise GSYH’nın yüzde 0,92’si olarak kalıyor. Bu orana, sağlık harcamalarının içinde yer alan ödeme gücü olmayanların genel sağlık sigortası primlerinin oranı olan yüzde 0,29 eklendiğinde, yoksullar için yapılan harcamaların GSYH’ya oranı 2012 yılı için yüzde 1,21 civarına ulaşıyor. 2006 yılında bu harcamanın GSYH’ya oranı yüzde 0,50’dir. Sosyal koruma harcamaları içinde yoksullara yönelik harcamaların payı artış göstermesine rağmen diğer harcamalara göre çok düşük.


8 Eylül 2013 Pazar

6-7 eylül'den 5 gün sonra tbmm'de gerçekleşen oturum zabıtlarından bir bölüm (II)

(kaynak: tarih ve toplum dergisi, sayı: 33)

(önceki sayfadan devamla)
-verlik tezahürü gibi görünen bu hal birdenbire mahiyetini de-
1iştirerek ve tahripkar bir hal aldı ve her tarafa hücumlar, yak-
::ıaIar, yıkmalar başladı. Çünkü komünist unsurlar hadiseyi evelce
tertipledikleri gibi sevku idareyi ele geçirmişlerdi. Zemini
aylar ve aylarca evvel hazırlamış olmasalardı böyle bir hadise
vukua gelmez, meydana elbette çıkmazdı. ...
Biliyorsunuz, Kıbrıs'ta ilhak hareketini teşvik eden, körük-
liyen, Atina'da aynı faaliyete taraftar temin eden, buna mukbail
bizde de asabiyeti tahrik eden, Selanik'te bombayı patlatan
telgrafı çeken eller aynı ellerdir, aynı teşkilattır. aynı sistemli,
aynı merkezin sistemli harekatıdır. (Bravo sesleri) ....
Mabetlerin yakılması tamamiyle bir komünist taktiğidir.
Türkiye'de, Türk tarihinde mabet yakılması gibi bir hadise vaki değildir.
Bunu yapanlar doğrudan doğruya Türkiye ile Yunanistan
arasındaki dostlukları bozmak, Türkiye'yi Garp alemine
karşı geri, mürteci ve mutaassıp göstermek; bu suretle tarihin
eski karanlık devirlerine gitmek ve Türkiye'yi oraya görürmek
isteyen meşum kara kuvvetlerdir, kızıl kuvvetlerdir.
Hükümet tetkikatını ikmal ettikten sonra vaziyet tamamiyle
aniaşılacaktır. Bugün tahribedilmiş, yanmış yıkılmış olan beş
bin bina, dükkan ve apartman yalnız RumIara ait binalar değildir.
Bunların içinde Türklere, Ermenilere, Musevilere ait olanar
da vardır. Hadise Rumlar'a karşı husumet kisvesi altında
başlamışsa da, hakikati halde tamamen bir komünist hareketidir.
Memlekette servet namına, mal namına ne varsa tahrib etrnek
için girişilen meşum bir harekettir. Hadisenin İstanbul'la
beraber Ankara'da ve İzmir'de ahenktar olarak tecelli etmesi
bunun tam bir tertip olduğunu, zannedildiği gibi mahdut bir
sahaya şamil bulunmadığını göstermektedir arkadaşlar. ...
SELAHATTİN KARA YAVUZ (Trabzon) - .
Hadisenin en mühim safhası işin mürettep olduğudur. Çünkü
İstanbul gibi bir yerde - demin bir arkadaşım otuz kilometre,
dedi hayır! - altmış kilometre bir saha içinde, her yerde, aynı
zamanda da aynı tahripkar hadisenin cereyanı, bu hadisenin
bir çapulculuk eseri olarak yapılmasına imkan vermez. Asıl safha,
bir tertiptir ve Yunanistan'da Muhterem Atatürk'ün evine
arılan bir bomba, hadisenin işaretinden başka bir şey değildir.
O işaret üzerine buradaki fesat unsurları harekete geçmiştir. ...
BAŞVEKİL ADNAN MENDERES (İstanbul) -
Muhterem arkadaşlarım, bir noktanın tavazzuh etmesi lazımgelir.
Umumi hava odur ki, polis emniyet kuvvetleri hiçbir suretle
ve hiçbir zaman vazifesini yapmamıştır. Bir kül olarak bunu
böyle mütalaa etmek doğru değildir. Bu, bir hakikatın ifadesini
teşkil etmemektedir. Hadiseye takaddüm eden zamanı, ayları
ve mekanı gözümüzün önüne getirmek icabeder. Karşılıklı
olarak iki memlekette, Türkiye'de ve Yunanistan'da efkar el:
den geldiği kadar tahrik olunmuş, sanki hamiyet, Kıbrıs meseesinde
en yüksek konuşanınmış gibi, bir nevi hamiyet müzayedesi
hem bu memlekette, hem Yunanistan'da almış yürümüşrür.
...
Hadise bir gençlik, bir talebe gurubunun harekete geçmesiy-
le başladı. Bu, bir anda İstanbul'un her tarafında hazırlanmış
olan ruhların ve insanların birden harekete geçmesiyle, bütün
İstarıbul'u sarmış oldu. Şimdi, bunun teferruatına ve birtakım
sebeplerine girmeksizin şu kadarını söylemek lazımgelir: Polis,
emniyet memuru, emniyet amiri hiç vazife görmedi de bu üç
ibn kişiyi birkaç saat içinde karakollara hapsedenler kimlerdir?
Emniyet teşkilatının 1000-1500 kişilik kadrosu hadisenin cereyanı
esnasında üç bin kişilik bir suçlu grubunu tevkif etmiş buunuyordu.
Bununla emniyet teşkilatının tam kudretiyle vazife
görmüş olduğunu söylemek istemiyorum. Asla. Mesuller vardır
, ama hadisede tarif ve tasvir edildiği gibi de değildir.
... Elde silah vazife gören emniyet müdürü, emniyet memuru
, bütün zabıta kuvvetleri hadisenin ilk başladığı zaman gençlik kitlesinin
ilk harekete geçtiği anda onu bastırmak en kolay
bulunduğu bir sırada, acaba bunu bertaraf etmekle hasıl olan
bir hareketi tenkil vazifesini mi yapıyorum, yoksa bunlara bir
müsamaha nazarı altında hareket serbestisi vermek suretiyle mi
vatani vazifemi, hamiyet vazifemi ifa ederim gibi bir tereddüdün
mefluç edici tesiri altında kalmışlardır. Düşman, düşman
kılığı altında gelse idi, şeytan rahmiini kılığa bürünüp de karşımıza
çıkmamış olsa idi elbette hadise böyle olmazdı. Hadise,
başladığında, tamamiyle nezih bir taleb e ve gençlik topluluğu
şeklinde cerayan etti. Haberimiz yok mu idi? Vardı. Neden önlemediniz,
diyeceksiniz. Önlemek için kafi kuvvetlerimiz mevcuttu.
Fakat hadise bir anda öylesine imbisat etti ve yaratılmış
olan pisikoz o derece müessir bir şekilde bütün zabıta kuvetlerini
ilk anda hareketsiz bıraktı ki, milletçe milli bir felakete maruz
kalındığını, hakikaten baskına uğranıldığını kabul etmek
lazımdır.
Sonuçta, üç ilde ilan edilen sıkıyönetimin altı ay süreyle devamı
kabul, muhalefetçe önerilen, Meclis'in olağanüstü toplantısının
Kasım'a kadar sürdürülmesiyse reddedilmiştir.
2) YENİ HÜKÜMET PROGRAMI
GÖRÜŞMELERİ:
15Ekim'de toplanan DP Büyük Kongresi'nde basına ispat
hakkı tanınmasını isteyen 9 milletvekili partiden ihraç edilmiş, ayın
nedenle 10milletvekili de istifa etmişlerdir. Bunlar, Hürriyet Partisi'ni
kuracaklardır. Daha sonra DP Meclis Grubu'nda bütün bakanlarının
istifaya zorlanması üzerine başbakan da istifa etmek
mecburiyetinde kalmış; ama yeni kabineyi yine Menderes kurmuştur.
16 Aralık 1955
C.H.P. GRUBU ADINA İSMET İNÖNÜ (Malatya) - ... "6/7
Eylül vukuatı Yunanistan için müstesna bir fırsat teşkil etti:' [NATO
Konseyi'nde önce manevi tamir ve maddi tazminat istediler,
ancak bundan sonra münasebet tesisine razı olacaklarını söylediler.
Menderes büyükelçi vasıtasıyla tebliğler yaptı, nutuklar söyledi.
Yetmedi, 24 Ekim 1955'te İzmir'de fevkalade tarziye merasimi
yapıldı. Bakan Çavuşoğlu Yunan bayrağı çekti.]
Örfi İdare elinde mevkuf bulunan binlerce vatandaş en iptidai
insanlık ve hukuk şartlarından mahrumdurlar. İşittiğimize göre,
cinnet ve intiharlar oluyor .... 6 Eylül akşama doğu İzmir itfaiyesi
fuara gelir, bir paviyon önünde durur. Neye geldiklerini soranlara,
masum neferler, yangın çıkacak da onu söndüreceğiz, derler.
Bu marifetlerden hesap vermesi lazım gelen İzmir valisi 24
Ekim'de bayrak çekilirken, İzmir halkının yüzüne acaba nasıl bakabildi?
.. 6/7 Eylül vukuatından vahim bir surette mesul olan Bay
Adnan Menderes'in hükümetin başından ayrılması lazımdır" .
C.M.P. GRUBU ADINA OSMAN BÖLÜKBAşı (Kırşehir) - " .
Muhalefet toplantılarını dağıtmak için vatandaşı dövmekte kullanılan
polis coplarırun harekete geçtiğine dair hiçbir haber gazetelerde
görülmemiştir" ...
BAŞVEKİL A.MENDERES - "... Tertiplenrniş nümayişler vakti
çoktan geçmiştir .... 'Bay Adnan Menderes'in eline bir de İdare-i
Örfiye geçti' buyurdular. Ben İsmet Paşa'nın elinden İdare-i Örfiye'nin
düştüğünü görmedim ... :'
Yeni Hükümet, tabiatıyla güvenoyu alır.

7 Eylül 2013 Cumartesi

6-7 eylül'den 5 gün sonra tbmm'de gerçekleşen oturum zabıtlarından bir bölüm

(kaynak: tarih ve toplum dergisi sayı :33)

MEHMET ÖZBEY (Burdur) - ...
Arkadaşlar; bu felaket yalnız ve yalnız komünistlerin plan
ve programları neticesinde vukua gelmiştir. Yıllardır sinsi sinsi
nöbet bekleyen komünistler bunu fırsat bilerek planlı çalışmalariyle
araya çapulcu ve yağmacıları da karıştırarak bu büyük
felaketi meydana getirmişlerdir.
Bunu öyle hesaplı bir zamanda yaptılar ki, dünya milletlerinin
İstanbul'da 58 milletin güzide mümessiIlerinin toplandığı'
bir sırada memleketimizden çeşitli intibalar alacakları bir zamanda
yapmışlar, milli şeref ve haysiyetimizle oynamışlardır. *
Fatih İstanbul'u fethederken; kimsenin malına, canına, ırzına
dokunulmamış, kiliseler yakılmamıştır. 500 sene böyle bir
felaket de görülmemiştir. Bu fecaat ancak ve ancak kanı bozuk
komünistlerin eseridir.
... biz bugün onları asmazsak, onlar yarın bizim ve Türk vatanının
idamını hazırlayacaklardır.
Onun için bu südü bozuklara merhamet etmek cinayet işlernek
demektir. ...
ALEKSANDROS HACOPULOS (İstanbul)
... Vukubulan müessif hadiseler hepimizce ve bütün dünyaca
artık malüm.
Mabetler ve kültür ocakları tamamiyle yıkılmış ve yakılmış
milyonlarca kıymetinde milli servetimiz mahvolmuş ve binlerce
masum ailenin mesken masuniyeti ihlal edilmiş ve korkunç
şartlar altında gece yarısı harbolmuştur ....
Matbuatın burada hissesi de vardır. Misal mi istiyorsunuz?
Geçen gün, yani ayın sekizinde Ulus Gazetesi'nde şöyle bir yazı
vardı: Kiliseleri Rum papazları yakmıştır. Bu olur mu arkadaşlar?
(Sağdan, hadiseden sonra sesleri) Evet hadiseden sonra.
... Arkadaşlar; bizi en fazla üzen maalesef itiraf mecburiyetindeyim,
memleketin emniyet teşkilatıdır. Bunu itiraf ta hepimiz
müttefikiz. Emniyet teşkilatı maalesef gafil avlanmış, maalesef
uyumuş ve belki de; dilim söylemeye varmıyor; bazı hadiselere
göz yummuştur. Misal söyliyeyim arkadaşlar; Büyükada'ya
gece yan sı beş on kayık' geliyor, içindekiler karaya çıkıyor.
Polisler bunları görüyor. Bunlar 200-300 kişi idi, silahsız,
topsuz, tüfeksiz kimseler. Polisle konuşuyorlar. Ondan sonra
Büyükada'yı tahribediyorlar. Hiçbir mukavemet görmeden gerisin
geriye dönüyorlar. Polis isteseydi 3,5 kayığı tutup bunları
fare gibi kapan içinde tutamaz mı idi? .
Taksim'in göbeğinde çapulcular Zapyon Lisesi'nin kapısını
zorlarken oradan süvari polisleri geçiyor. Hadiseyi görüyor, ne
yapıyorsunuz utanmazlar, diyor ve geçiyor gidiyor.
Daha mühim bir hadise benim evimde cereyan etmiştir. Benim
evimde cerayan ettiği için söylemek mecburiyetindeyim: Evimin
yanıbaşında polis karakolu bulunmaktadır. Bizi tanırlar,
anne ve babamı bilirler. Tahripçiler evin içine giriyor, evi tamamiyle
tahribediyor ve evirnin önünde duran silahlı jandarmalar
hiç müdahale etmiyor. Bu hadisede diyebilirim ki evim
değil, tahripçiler muhafaza edilmiştir. Babam ve annem 80 yaşındadır.
Yataktanaşağı atılmış ve gece yarısı, yatakları dahil,
her şey tahribedilmiştir. Başbakanlık Müsteşarı Salih Korur evimin
halini gözleriyle görmüştür ....
Sarf ettikleri cümleler de şunlardır; kırın, yıkın, mebusun evi-
Hani memleketin kanunları, hani vatandaşın emn\)'eti., nerede
masumiyet haklarımız? Hangi günler için bu kanunlar ve
haklar bize verilmiştir?
Yenimahalle'de bir eve çapulcular gireceği anda bir polis onlara.
yaklaştı ve daha erkendir, bir saat sonra gelin dedi. Buna
emniyet mi derler? Size binlerce daha misal verebilirim.
Sayın arkadaşlar, hemen hemen bütün evlere girenler şu cümleyi
kullanmışlardır; "Korkmayın sizi asıp kesecek değiliz. Buna
dair emir vardır. Yalnız evlerinizi tahribedeceğiz." Bu emri
verenler vardır. Kimlerdir? Bu iş hangi teşkilatın mahsulüdür?
... Eğer emniyet teşkilatımız ve zabıtamız beş im bin silahsız,
talimsiz, ellerinde yalnız sopa ile başıbozuk çeteciyi, polisi ile,
jandarması ile etrafında birçok askeri birlikleriyle ve motorize
kıtaları ile İstanbul'un göbeğinde bir iki saat zarfında bastı ramazsa
halimiz haraptır arkadaşlar. Daha büyük felaketler karşısında
ne yapacağız?
Sayın arkadaşlarım teşkilat tertipli idi, muazzamdı. İstanbul'-
da 74 kilise vardı. 70'i aynı zamanda yakıldı ve yıkıldı.
Sayın arkadaşlar, mezarlar açılmış, mukaddes ruhanilerimizin,
anne ve babalarımızın kemikleri çıkarılmış ve cesetler bıçaklanmış
ve yakılmıştır. Arkadaşlar bu rnübalağa değildir. Hakikat
ve vukuatın küçük bir cüz'ürıün ifadesidir.
Bazı ruhanilerimiz insafsızca dövülmüş ve aralarında öldürülmüşleri
de vardır. Her halde bu çirkin hadiseler birçok aksi
tesadüflerin birleşmesinden ve bazı yabancı tesirlerin altında kalmış
olanların takibettikleri malum menfaatlerin uğruna olmuştur.
Hepimiz kurban gittik.
BURHANETTİN ONAT (Antalya) - ...
Ağızlarda dolaşan tek bir şey var, şimdiye kadar emsali görülmemiş,
misli görülmemiş bir hadise imiş bu. Elbette görülmemiştir.
Son senelere kada! dünyada bolşeviklik mi vardı? Bu
hadise Türk milletinin eseri değil ki, şimdiye kadar Türk milleti
yapmadı da bugün neden yaptı diyesiniz? (Alkışlar) Haşa arkadaşlar,
ortada evvela gençliğin çok mukaddes ve asla zaıfa
uğratılmaması Iazımgelen ulvi heyecanının gölgesine sığınan melanetin,
sistemli, mektep mezunu, diplomalı komünist teşkilatı
vardır. (Bravo sesleri) ...
SİNAN TEKELİOOLU (Seyhan) - ...
Şimdi medeniyet seviyesinde birçok milletlerin üstüne çıktığımız
şu sırada bizi din ile, dinlerle mücadele eden insanlar vaziyetine
koyanları arayıp bulmak, demin bir arkadaşımız bu
idam sözüne kızmıştı. Ama ben de söyliyeceğim. Meclisin önünde
sehpaya çekmek bizim vazifemiz olmalıdır ....
HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER (İstanbul) -
Bu hadisede asıl hedef Rumiardı. Maalesef onlarla beraber
bazı Ermeniler de bazı Türkler de ziyan gördüler. Kör bir kasırga
bir taraftan estirilmiş, yerinden koparılmış ve neticede bu
hadise ortaya çıkmıştır. ... .
Şahsi kanaatim, Yunanistan'da ve burada kaleminin mesuliyetini
duymayanlar, insanlığın mesuliyetini duymayanlar tahrikler
yaptılar. İki milleti daima yanyana tutmak lazım iken ayırma
tehlikesi gösteren yollara saptılar. Gençlerin hepsi yetişkin
adamların, güngörmüş adamların olgunluğuna malik değildir.
... Hükümetimizden rica ediyorum: Çok genç zümrelere iç siyaset
ve dış- siyaset davalarını istedikleri gibi rrıünakaşa etmek
serbestisini vermesiııler. (Bravo sesleri)
... En doğru emelimiz, günün birinde bomboş Anadolu'ya,
60 milyon adamı barındırmak kabiliyetinde olan Anadolu'ya
bu ekalliyetin [dış Türklerin] gelip yerleşmesini istemektir.
DEVLET VEKiLİ VE BAŞVEKiL YARDlMCıSı PUAD
KÖPRÜLÜ (İstanbul) -
... Arkadaşlar şundan bundan, emniyet kuvvetlerinin zafiyetinden,
vaktinde haberdar olamadığından bahsettiler. Şunu söy
liyeyim ki, bu hadiseden Hükümet evvelce haberdardı. On~ gö
bazı tertibat da almıştı. Fakat bu hadisenin günü ve saatı mu
ayyen değildi ve bu bütün gayretlere rağmen adeta bir bas
şeklinde her tarafta birden tecelli etmiştir. ...
Komünistler derhal harekete geçtiler ve gençliğin vatanper

* Hatip, 12Eylül'de toplanan Milletlerarası Para Fonu ve Dünya
Bankası Kongresi'ni kastediyor. Daha kötüsü, olaylar sırasında,
İstanbul'da Beynelmilel [Mukayeseli] Hukuk ilimieri Kongresi
vardı; 15 Eylülde X. Bizans Tetkikieri Kongresi açıldı, 20 Eylül'de
de Milletlerarası Üniversiteler Derneği'nin 2. Genel Konferansı. Yine
O günlerde BeynelmiJelKriminoloji Polis Kongresi toplandı. -M.T.

18 Haziran 2013 Salı

yurtdışındaki yazar ve akademisyenlerden hükümet'e "göstericilere baskı uygulamaktan vazgeç" çağrısı

June 17, 2013

International Intellectuals Call on the Turkish Government to Desist from its Repression of Popular Protest

We deplore the recent crackdown of the Turkish government on its own citizens, the clearly unjustified use of tear gas, acts of force, gas canisters and smoke bombs that have resulted in a vast number of injuries, imperiling the lives of those who seek to exercise their basic freedoms of assembly and protest.  This assault of the Turkish government on its own people constitutes an attack on democratic principles and a departure from legitimate methods of governance  -  we unequivocally oppose such tactics of intimidation and state violence.  In the name of democratic principles, we call upon the Turkish government to cease these violent actions immediately.  We affirm the aims of the popular resistance to the privatization of public space, to the growing authoritarian rule dramatically instantiated by this objectionable display of state violence, and the preservation of public rights of protest. We call upon the government to (a) stop the beating of all protesters and those in the media who seek to represent their point of view, including lawyers and journalists; (b) cease obstructing access to medical care for the injured; (c) put an end to the practice of unlawful detention and sequestering of protesters, medical personnel and legal counsel and (d) facilitate access to medical care and legal representation for those injured by the police.  We call for the immediate end to this appalling state violence and we reaffirm the rights of popular dissent and resistance, the right to have access to a media uncensored by governmental powers, and the right to move and speak freely in public space as preconditions of democratic life.

Signed:

Tarik Ali, author and editor, New Left Review, UK
Tewfik Allal, Président du Manifeste des Libertés, France
Etienne Balibar, Universite Nanterre, France
Rosi Braidotti, Utrecht University, The Netherlands
Wendy Brown, University of California, Berkeley, USA
Judith Butler, University of California, Berkeley USA
Margaret Brose, University of California, Santa Cruz
Alex Demirovic, Technische Universitat Berlin, Germany
Lisa Duggan, New York University, USA
Cynthia Enloe, Clark University, USA
Eric Fassin, Universite Paris – 8,France
Michel Feher, Director, Zone Books, France
Alfredo Saad Filho, United Nations and SOAS, UK
Nilufer Gole,  Ecole des Hautes Etudes, France
Siba N Grovogui, Johns Hopkins University, USA
Ilker Ataç, University of Vienna
Hannes Lacher, York University, Canada
George Liagouras, University of the Aegean, Greece
Michael Lowy, CNRS, France
Adam David Morton, University of Manchester, UK
Matthieu de Nanteuil, Universite de Louvain, Belgium
Ravi Palat, State University of New York, Binghamton, USA
Hugo Radice, University of Leeds, UK
Josep Ramoneda, journalist and philosopher, Spain
Miranda Schreurs, Freie Universitat Berlin,  Germany
Stuart Shields, University of Manchester, UK
Daniela Tepe-Belfrage, University of Sheffield, UK
Eleni Varikas,  Universite Paris 8, France
Hayden White, Stanford University, USA
Paul Zarembka, University of Buffalo, USA
Slavoj Zizek, Ljubljana, Slovenia

14 Haziran 2013 Cuma

gezi parkı ile ilgili hukuki süreç..

TAKSİM GEZİ PARKI KORUMA VE GÜZELLEŞTİRME DERNEĞİ
KAMUOYUNA DUYURU
12.06.2013

Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği’miz parkın üzerine inşa edilmesi planlanan binaya karşı, bugüne dek yüz yirmi bin imza toplanmış imza kampanyasının yürütüldüğü sırada ve bu kampanyayı bilfiil devam ettiren bireyler tarafından kurulmuştur.
Derneğimizin amacı, adında açıkça ifade edildiği üzere; şehrin merkezindeki son büyük yeşil alan olan Taksim Gezi Parkı’nın mevcut ekolojik yapısını korumak ve insanlarımızın doğa ile bütünleşmesine kültürel, sanatsal ve sportif faaliyetlerle bir katkıda bulunmaktır.
Derneğimizi kurar kurmaz ilk etkinlik olarak 13 Nisan 2013 tarihinde geniş katılımlı bir müzik şenliği düzenledik.
21 Nisan Dünya Günü’nü düzenlediğimiz spor ve sağlık etkinlikleriyle kutladık.
23 Nisan Çocuk Bayramı’nda ise, Parkta bu kez çocuklarımız ve aileleriyle oyunlar oynayarak, Gezi Parkı’nı bir oyun alanı olarak yaşadık.
Bunlar derneğimizin güzelleştirme çalışmaları olarak sürerken, diğer yandan da Parkın üzerine yapılması planlanan inşaat projesi ile ilgili hukuki prosedür devam etmekteydi.

Bu prosedür çerçevesinde mimar, şehir plancısı, sanat tarihçisi, peyzaj mimarı gibi kültürel mirasın korunması konusunda uzman kişilerden oluşan İstanbul II Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 11 Aralık 2012 tarihinde verdiği kararla: “Bu alanda günümüzde mevcut olmayan, mimarı ve yapım yılı dahi bilinmeyen Topçu Kışlası’nın planlarının ve yapım detaylarının da ortada olmadığı; bu sebeple binanın yeniden yapımının mümkün olamayacağı; bu bina yıkıldıktan sonra yerinde yaşamaya başlayan Parkın 60-70 yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir nitelik kazanmış ve İstanbulluların kolektif belleğinde yer etmiş olduğu” nedenleriyle projeyi gerekçeli ve hukuka uygun olarak reddetti.

Bu karara yapılan itiraz üzerine toplanan Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu 27 Şubat 2013 tarihinde “avan projenin uygun olduğu” iddiasıyla İstanbul II Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun kararını iptal etti.

Derneğimiz tüzüğüne ve amacına uygun olarak; İdarenin bu hem gerekçesiz hem de maksat unsuru yönünden sakat, yani kamu yararına bariz bir şekilde aykırı olan bu işleminin iptali için 27 Nisan 2013 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesi’ne başvurmuştur.

Konu ile ilgili hukuksal süreç bu şekilde ilerlerken, 27 Mayıs Pazartesi akşamı Derneğimizin Gezi Parkı’nda yaptığı haftalık olağan toplantısı sonunda dernek üyeleri evlerine dağılırken, Parkın Divan Oteli’ne bakan istinat duvarının, önündeki ağaçlarla birlikte kepçeyle imha edilmekte olduğunu görmüşler, derhal ve haklı olarak bu hukuka aykırı müdahaleye itiraz etmişlerdir.

28 Mayıs sabahında Derneğimiz Gezi Parkı’nda 27 Mayıs gecesi kaçak bir şekilde yapılan ihlali İstanbul II Numaralı Koruma Kurulu’na yazılı olarak bildirmiş, Kurul’u göreve çağırarak tahribatı önlemesini istemiştir. Hakkında hukuki sürecin devam etmekte olduğu parkın varlığına yönelen, geceyarısı kaçak olarak yapılan bu hukuksuz müdahale hakkında, tüm çabalarımıza rağmen kamu otoritelerinden hiçbir açıklama gelmemiştir. Devam eden günlerde kolluk kuvvetleri bu kaçak inşaatın devamını sağlamak üzere sert tedbirler almış, parklarını bu kaçak ve hukuka aykırı yıkımdan korumak için biraraya gelen insanlara karşı giderek artan bir şiddet uygulamış, dağıtmaya çalışmış, neticesinde 31 Mayıs sabahı park tamamen boşaltılarak polis barikatıyla ablukaya almıştır.

Kamuoyunda 2. Şafak operasyonu olarak adlandırılan bu operasyon neticesinde bir vatandaşımızın öldüğü ve yüzlerce vatandaşımızın da yaralandığı haberinin gelmesi üzerine, davamızın görüldüğü İstanbul 6. İdare Mahkemesi’ne aynı gün derhal başvurulmuş, mevcut sosyal ve trajik gelişmeler göz önüne alınarak ve olayların daha da büyümesine mani olabileceği saikiyle bir “yürütmeyi durdurma kararı” talep edilmiş, talebimiz Sayın Mahkeme tarafından da kabul görmüş ve yürütme durdurulmuştur.

Yürütmeyi durdurma kararı ile parkın hukuken dokunulmazlığının sürmesi sağlanmış, ve parklarına sahip çıkma amacıyla bir araya gelmiş halkımızın endişelerinin giderilmesi amaçlanmıştır.

Derneğimiz Anayasa, Dernekler Kanunu ve ilgili sair kanunlar çerçevesinde kurulmuş ve yaşamakta olan bir tüzel kişiliktir. Taksim Gezi Parkı’nın hayatına kasteden, bilime ve akla aykırı bu ve benzeri projeler karşısında yalnızca ve sadece hukuk çerçevesindeki mücadelesine devam edecektir. Derneğimiz, Hukukun üstünlüğüne inanmış ve muhatap olarak yalnızca bağımsız Türk Mahkemeleri’ni kabul etmiştir.

Son olarak ve bir kere daha konunun Sayın İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nde halen yargılama aşamasında olduğunu; bu konuda beyanda bulunurken yargıyı etkileyebilecek açıklamalar yapmaktan kaçınmak gerektiğini ve Mahkeme tarafından verilmiş 31 Mayıs 2013 tarihli kararın mevcudiyeti sayesinde Gezi Parkı’ndaki hayatın hukukun güvencesi altına alınmış olduğunu hatırlatmak isteriz.

Bu hususun konunun tarafı olan Yürütme tarafından kabulünün ve süratle beyan edilmesinin, zedelenen adalet duygusunun tamiri için gerekli olduğunu önemle arz ederiz.

TAKSİM GEZİ PARKI KORUMA VE GÜZELLEŞTİRME DERNEĞİ

31 Mayıs 2013 Cuma

taksim dayanışması basın açıklaması

Tüm gün ve gece boyunca Taksim Gezi Parkı’nda her yaş ve gruptan 50 bin kişinin barış içinde şarkılar söyleyerek, film izleyerek, kitap okuyarak katıldığı protestoya polis sert bir şekilde müdahale etti. Parkta bulunanlara park içinden ve caddeden tazyikli su ve gaz bombaları ile iki yönlü ani bir müdahalede bulunuldu ve orada bulunan insanlar acımasızca dağıtıldı. İnsanlıkdışı bu müdahale sonucunda parkta bulunan bir çok arkadaşımız yaralandı ve hastaneye kaldırıldı.  

Bu sırada parkta bulunan Milletvekilleri, İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve Valiliğe ulaşmaya çalıştılar fakat bir muhattap bulunamadı. Polise doğru görüşmek üzere müdahale öncesi yönelen arkadaşlarımız ve vekillerin arasından çıkan maskeli 4 kişi polislere şişe ve taş atarak polis müdahalesi ile koşarak polislere doğru yöneldi ve aralarında kayboldu. Provakatör olduğunu düşündüğümüz bu kişiler, Taksim Dayanışması bileşenlerinden herhangi birine üye değildir. Polis kayıtları bu kişilerin tespitini yaparak provakasyonu gerçekleştirenleri açıklamalıdır. Taksim Gezi Parkı protestosu, kurgulandığı çok net olan bir provakasyonla sona erdirilmiştir. Gün içinde Taksim Dayanışması tarafından yeni bir açıklama daha yapılacaktır.



Taksim Gezi Parkında polis tarafından, barış içinde şarkı söyleyen insanlara yapılan acımasız ve insanlık dışı müdahaleyi kınıyoruz.



Taksim Dayanışması

29 Mayıs 2013 Çarşamba

tmmob istanbul şubesi'nin 3. köprü'ye ilişkin açıklaması


3. KÖPRÜ: BİR CİNAYETİN ANATOMİSİ



29 Mayıs 2013… İstanbul`un sermaye tarafından fethedilebilmesi için her türlü yolun mubah ilan edildiği tarih. Billboardlar, reklam panoları bugün İstanbul`un son kalan orman alanlarını, belki de son kez arka planına alarak 3. Köprü`nün müjdesini veriyorlar. Son kez… resimlerde kalan.

İnsana, doğaya, kente, yaşama dönük saldırganlığın sınır tanımaz boyutlara ulaştığı bir dönemi yaşıyoruz. 3. Köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul, Yeni Şehir gibi hiçbir üst ölçekli plan kararına uygun olmayan, yaşayanların gereksinimleri ile uzaktan yakından alakası bulunmayan ve bundan sonra İstanbul`da yaşayacaklar için temiz hava ve suya erişebilmeyi imkansızlaştıracak projelerin en önemlisinin temeli atılıyor bugün.

Evet, vakti zamanı ile 1. ve 2. köprüye de karşı çıkmıştık. 3.süne de karşı çıkıyoruz. Bu köprünün kentin kuzeyinde yeni imar hareketleri yaratacağını biliyoruz. Tüm bilimsel araştırma ve çalışmalarımızın yanı sıra gazete ve dergilerdeki emlak ilanlarından bile bunu takip edebiliyoruz. 2. Köprü yüzünden kaçak ve plansız gelişen, daha bugünden kentsel dönüşüme malzeme olan, orman ve tarım alanlarını, su havzalarını tahrip eden kentleşme süreçlerini bir kez daha yaşayacağımız günlerin perdesini aralıyoruz.

Oysa Başbakan Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanı iken, 27 Nisan 1995 tarihinde verdiği demecinde: "Üçüncü köprü bir cinayettir. Böyle bir teşebbüs İstanbul`un çağdaş kentleşmesi ve şehir içi ulaşım sistemi için ölümcül sonuçlar doğurur" diyordu. Yaklaşık 20 yıl sonra, sözünün arkasında bir iktidar ile İstanbul`a karşı işlenen cinayetin tanıkları konumundayız.

Oysa yıllardır ortaya koymaya çalıştığımız gibi, yapılan köprüler ulaşım sorununu azaltmadığı gibi aksine kendi trafiklerini yaratarak araç sayısını, trafiği, hava kirliliğini daha da çok arttırdı. Karayolu ağırlıklı ve özel araç sahipliğine dayalı taşımacılılık mevcut sorunları çözmek yerine daha da içinden çıkılmaz bir hale soktu. İstanbul`un dokunulmaması gereken doğal yaşam alanları inşaat sektörünün himayesine terk edildi.

Birçok kez söyledik, tekrara düşüyoruz: Kurulacak yeri bile yıllarca bir türlü kesinleştirilemeyen 3. köprü projesi bilimsel verilere ve kentin gerçek gereksinimlerine açıkça aykırıdır. Karayolları Müdürlüğü‘nün etüt raporunda "uygulanabilir görülmeyen" bu proje ile kentin kuzeyine 7,3 milyon ek nüfus çekilecektir. Boğazlardaki transit taşımacılık, toplam boğaz geçişinin sadece ortalama % 3`ünü oluşturur ve bu türlü taşımacılığa dair deniz ve demir yolları olanakları çok daha rasyonel iken Türkiye`nin en önemli yatırımlarından birini bu gerekçeyle meşrulaştırmak inandırıcılıktan son derece uzaktır.

İstanbul kentinin ulaşım sorunlarını yeni köprüler çözmeyecektir. Yapılması gereken, sermayenin değil İstanbul halkının ortak çıkarlarını ve kamu yararını gözeten, doğal ve tarihsel çevrenin korunduğu, halkın demokratik katılımını esas alan bir planlamayı acilen hayata geçirmektir.

Bizler; İstanbul`u savunmaya, daha yaşanabilir kılmaya ve en önemlisi çocuklarımıza, torunlarımıza güzel bir şehir bırakmaya gönül vermiş insanlar; uzun süredir 3. Köprü`nün yapımını durdurmaya çalışırken, bir yandan da bu yağmanın ormanlarla sınırlı olmadığını vurgulayan, kentteki tüm ranta konu olmuş alanları doğadan, bilimden, insandan yana savunmaya çalışanlar; çözümü ucuz, nitelikli, erişilebilir toplu taşımada, demokratik ve kamu yararı odaklı bir planlamada arayanlar;  29 Mayıs 2013 tarihinde, tüm bu rant hırsıyla temeli atılan projelere karşı inadına yaşamı ve bilimi savunacağımızı tekrar dile getiriyoruz.





3. KÖPRÜ YERİNE YAŞAM PLATFORMU
Sekretaryası
TMMOB Şehir Plancıları Odası, İstanbul Şubesi

23 Mayıs 2013 Perşembe

üniversite dayanışma platformu'ndan, üniversitelere polis yerleştirilmesi kararına tepki


Sayın Basın Mensupları,
İçişleri Bakanı Muammer Güler, Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla Üniversitelerden özel güvenliğin çekilerek yerine polis gücünün gelmesi  için bir yasal düzenleme hazırlığında olduğunu bildirdi. Emniyet’e bağlı olarak çalışacak bu koruma memurlarının ilk etapta sayıların 10.000 olacağı ve lise mezunlarından seçilecek adayların 6 aylık bir kısa eğitimden sonra özel güvenliğin yerini alacağını bildirdi.

Silah ve biber gazı kullanma yetkisinin de verileceği bu koruma memurları tıpkı polis gibi üniversitenin her yerinde polis kıyafetleriyle görev yapabilecekler.

Üniversite özerkliğin tartışıldığı ve özgür bilim yuvası olma özelliğini giderek yitiren üniversitelere polis gücünün gelmesiyle beraber akademik çevrenin baskı altına alınması, fişleme işlemlerinin sistematik hale gelmesi ve baskı ve korku iklimin yaratılması daha da kolaylaşacaktır.

Biz ÜNİVERSİTE DAYANIŞMA PLATFORMU olarak dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde olmayan bu antidemokratik düzenlemeye HAYIR demek için 23 Mayıs Perşembe günü saat 12:30’da İSTANBUL TABİP ODASI’nda bir BASIN AÇIKLAMASI yapacağız.
Basın açıklamamıza yazılı ve görsel basını davet ediyoruz.

Saygılarımızla
Üniversite Dayanışma Platformu Eşgüdüm Kurulu

23 MAYIS 2013, 12.30
İSTANBUL TABİP ODASI 4. KAT SEVİNÇ ÖZGÜNER SALONU,
CAĞALOĞLU-İSTANBUL

5 Nisan 2013 Cuma

cumartesi anneleri yarın 419. kez talat türkoğlu için toplanıyor..


KAYIPLARIMIZI İSTİYORUZ!
(419. Kez Galatasaray’dayız.)

Gözaltında kaybetmek bu topraklarda sistemin muhaliflerini ortadan kaldırmak için uyguladığı bir yöntem oldu. Yalnız OHAL bölgesinde değil, Edirne’den Kars’a kadar geniş bir coğrafyada bu insanlık suçu işlendi.
45 yaşındaki Talat Türkoğlu siyasi kimliği nedeniyle 4 kez gözaltına alındı, tutuklanıp yargılandı, yıllarca cezaevinde kaldı.
29 Mart 1996’da annesini ziyaret etmek için otobüsle İstanbul’dan Edirne’ye gitti. Annesine ve telefonda konuştuğu eşine İstanbul’dan Edirne’deki evin kapısına kadar  sivil polisler tarafından takip edildiğini söyledi.
1 Nisan 1996’da İstanbul’daki evine dönmek üzere Edirne’den yola çıkan Talat Türkoğlu’ndan  bir daha haber alınamadı.
JİTEM mensubu  Kasım Açık, Talat Türkoğlu’nun Edirne yakınlarında bulunan Çadırkent’te   Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın başında bulunduğu  polisler, askerler ve itirafçılar tarafından sorgulandığını itiraf etti. Talat Türkoğlu’nun eşgal  ve  giysi bilgilerini  eksiksiz veren Kasım Açık onun  Murat Demir ve Murat İpek isimli JİTEM mensupları tarafından öldürülerek cesedinin Meriç Nehri’ne atıldığını söyledi.
Ailenin ve İnsan Hakları Derneği’nin tüm başvuruları sonuçsuz kaldı. Devlet, 17 yıldır Talat Türkoğlu’nun gözaltına alındığını inkar etmeye devam ediyor…
419.buluşmamızda Türkoğlu Ailesi ile birlikte “Talat Türkoğlu’nun 17 yıldır gizlediğiniz akıbetini açıklayın, faillerini yargılayın!” diyeceğiz.
Sizi de kırmızı bir karanfille Cumartesi Anneleri’ ni desteklemeye çağırıyoruz.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi
Gözaltında Kayıplara karşı Komisyon

Tarih : 6 Nisan 2013 (Cumartesi)
Saat  : 12:00
Yer    : GALATASARAY MEYDANI

7 Mart 2013 Perşembe

kapatılmak istenen vakad'dan açıklama: derneğe hırsız girdi sanıyorduk, meğer polismiş



“Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanunun” Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onanmasının ardından Van’da kapatma davası açılan on dernekten biri olan Van Kadın Derneği (VAKAD) bugün bir basın açıklaması yaptı.

Dernek merkezinde yapılan açıklamada “Van Kadın Derneği asılsız iddialarla yazılmış bir davaname ile bu sene 8 Mart’a kapatma davasıyla giriyor!” denildi.

Van Kadın Derneği’nin bağımsız bir dernek olduğunun altını çizen VAKAD’lı kadınlar, “Hiçbir örgütün himayesi altında değiliz” dediler.

Kadınların bağımsızlığından yana olduklarını belirten VAKAD’lı kadınlar aynı zamanda derneklerinin de bağımsız olduğunun altını çizdiler. Derneğin bugün yaptığı basın açıklaması şöyle:


“26 Şubat günü basından öğrendik ki VAKAD’ın da içinde bulunduğu 10 derneğe Van Cumhuriyet Savcısı Canip Cihangir tarafından kapatılma davası açılmış. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nün yaptığı “araştırmalar” neticesinde derneğimizin “PKK/KCK sistemi içerisinde yer aldığı, dernek konteynırında yapılan aramada elde edilen dokümanların incelenmesinde, bahse konu dokümanlarda alınan notların ilimizde meydana gelen deprem felaketi nedeniyle yapılan yardım kampanyaları ile ilgili olduğu, yardımların terör örgütü PKK/KCK adına örgütün propagandasını yapmak amacıyla insanlara dağıtıldığı, halkın örgüte olan sempatisini ve güvenini artırmanın amaçlandığı” iddia edilmiştir.”

Van Kadın Derneği bağımsız bir dernektir

“VAN KADIN DERNEĞİ kuruluşundan beri bağımsızlığını vurguluyor. Tanık olanlar biliyor, bilmek istemeyenler duymazdan geliyor. Bizler hiçbir hükümetin, hiçbir siyasi partinin, hiçbir kamu kurumunun, hiç bir örgütün görüşleri etrafında, talimatları ışığında, kararları altında hareket etmeyiz. Bizler farklı politik görüşleri, dini inançları, cinsel yönelimleri, kültürü ve etnik kimliği olan kadınlarız. Bizi bir arada tutan kadınlığımız, farklılığımız, bağımsızlığımız ve şiddetsiz yaşam idealimizdir. Bağımsız duruşumuz bizi her zaman mücadeleye zorladı. Bağımsızlığımız bizim ötekileştirilme nedenimiz oldu.”

Yapılan yardımların listesi elinizde; okuyun!

“Evet deprem sonrası elimizden geleni yaptık. Devlet, yardımları depolarda günlerce bekletirken, yardım malzemeleri depolarda çıkan yangınlarda yanıp yok olurken, yazlık çadırlarda çocuklar yanarak ya da soğuktan ölürken biz elimizden geleni yaptık. Haklısınız örgütlüydük. Tüm Türkiye’de örgütlüydük. İnsanlık örgütlüydü. Ülkenin her yerinden insanlar kutular içinde yolladılar insanlıklarını. Kimler ne yolladı, listesi elinizde. Okuyun. Köy köy gidildi VAKAD üyeleriyle ve Van dışından yardıma koşan onca dostla. Kimler geldi yardıma? Listesi elinizde. Okuyun. Hangi köye hangi mahalleye gidildi, kime ne eşya verildi? Listesi elinizde. Okuyun.”

Biz hırsız girmiş sanırken gizlice polis girmiş!

“3 Mayıs günü derneğimizin konteynırında arama yapılmış. GİZLİCE. Kapımız zorlanmadan açılmış ve kilitlenmiş. Biz hırsız girmiş sanırken 1 yıl sonra davanamenizden okuyup öğreniyoruz ki, dernek konteynırımıza polis, bizim haberimiz olmadan girmiş. Bir ajanda, bir not defteri, bir kedi takvimi, deprem süresince beraber çalıştığımız kamu kurumları ve sivil toplum örgütlerinin olduğu telefon listesi ve bir arkadaşımızın nüfus cüzdanı alınmış.”

Hakkımızda hiçbir delil olmadan açılmış olan dava mahkeme tarafından reddedilmeli!

“Peki ne var o defterlerde? Depremle ilgili yürütülen çalışmalar. İddianamenizde de yazılı bu. Peki bu çalışmaların içinde herhangi bir örgütün, siyasi düşüncenin propagandası var mı? Yok. Peki, nerden çıktı bu propaganda meselesi? Gizli tanıktan. Peki, ne diyor gizli tanık? VAKAD’la ilgili hiçbir şey. VAKAD’ın adı dahi geçmiyor gizli tanık ifadelerinde. Kime? Ne zaman? Nerede? Kim tarafından nasıl propaganda yapılmış? Bizler adalete güvenmek istiyoruz, mülkün temeli budur! Hakkımızda hiçbir delil olmadan açılmış olan davayı kabul etmiyor ve mahkeme tarafından reddedilmesini istiyoruz.”

VAKAD’ı kriminalize edenlerden şikâyetçiyiz

VAKAD’lı kadınlar derneklerine gizlice giren kişi veya kişilerden şikâyetçi olacaklarını söylediler. “Kadınlara ait özel bilgileri davanamede ifşa edenlerden şikâyetçiyiz. VAKAD’ı kriminalize edenlerden şikâyetçiyiz.”

Bağırmazsak teker teker susturulacağız!

“Bu dava bugün VAKAD’a açıldı. Fakat biliyoruz ki yargı, hükümet politikalarından destek alarak kadın hareketini kuşatmaya başladı. Sesimizi çıkardıkça sesimizi kısmaya çalışıyorlar. Bugün VAKAD’ın sesini tamamen kapatmaya niyetlendiler. VAKAD kurulduğu günden bu yana bağımsız feminist, antimilitarist söylemler geliştirdi. Bu söylemler karşısında önce yok sayıldı, daha sonra karalama kampanyalarının öznesi haline getirildi. Başaramadıklarında da sistemli bir şekilde marjinalize edildi ve hedef gösterildi. Bu da yetmedi sonunda sesimizi kısmak için hakkımızda kapatılma davası açıldı. Bizim sesimiz kısılırsa o sessizlik bazılarını mutlu edecek ve daha fazla sessizlik isteyecekler. Teker teker susturulacağız belki de. Ülkede her gün onlarca kadın tacize tecavüze, şiddete uğrarken susamayız! Hep birlikte avazımız çıktığı kadar bağırmaya çağırıyoruz sizi. Bağırmazsak susturulacağız!”

Kadın mücadelesi ile her geçen gün kadınlar olarak daha da güçleneceğiz

VAKAD’lı kadınlar bugün yaptıkları basın toplantısında, dava kadınlar aleyhine sonuçlanıp dernekleri kapatılırsa “bizler yeniden küllerimizden doğacağız” dediler.

“Örgütlendiğimiz kurumlar araçlarımızdır, ideallerimiz ve düşünü kurduğumuz dünyanın var olduğuna dair inancımız bakidir. Örgütlerimizi kapatabilirsiniz, ancak inançlarımıza, değerlerimize asla dokunamazsınız.”

27 Şubat 2013 Çarşamba

sevag balıkçı cinayetinin duruşması 28 şubat'ta diyarbakır'da..bu akşam taksim'de 19.00'da basın açıklaması var


Tanıklar yeniden dinlensin, katil tutuklansın

Ermeni Soykırımı’nın 96. yıldönümü olan 24 Nisan 2011 günü zorunlu askerliğini yaptığı Batman’da katledilen Ermeni genç Sevag Şahin Balıkçı’nın cinayet davası, 28 Şubat Perşembe günü Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki askeri mahkemede görülecek.

İki ay sonra 2. yılına girecek dava boyunca yaşananlar,  TSK’nın açıkladığı gibi olayın kaza değil ırkçı bir cinayet olduğunu, katil Kıvanç Ağaoğlu’nun başından itibaren üstleri tarafından korunduğunu, delillerin karartılmak istendiğini göstermiştir:

- ‘Kazayla vuruldu’ dediler. Bu iddiaya dayanak olarak gösterilen inceleme yanlış kıyafet üzerinden yapıldı.

- Cinayeti gören köy korucuları Sevag’ın yakın mesafeden edilen ateşle öldürüldüğünü söyledi.

- Cinayetin ertesinde Uzman Çavuş Özay Kula’nın olay yerini bozduğu, silahı ve boş kovanı savcı cinayet mahalline gelmeden karakola götürdüğü tespit edildi.

- ‘Şakalaşıyorlardı’ dediler. Buna gerekçe olarak sunulan tanıklar yalan beyanda bulundu ve gerçeği sakladı.

- Karakol Komutanı Astsubay Sadrettin Ersöz'ün, tanıklarla üst üste üç toplantı yaptığı ve katilin lehine ifade vermeleri yönünde telkinde bulunduğu açığa çıktı.

- Tüm bunlar kasten işlenmiş bir cinayete ve katille yapılan işbirliğine işaret etse de askeri mahkeme, Sevag’ı öldüren Kıvanç Ağaoğlu’nu tutuklama gereği görmedi.

Tanıkların yeniden dinlenmesini, adli tıp raporlarının baştan, doğru şekilde düzenlenmesini, 28 Şubat günü yapılacak duruşmada katil hakkında tutuklama kararı verilmesini, cinayeti örtbas etmek suçundan karakol komutanlarının ve askeri personelin yargılanmasını istiyoruz.

Cinayet soruşturması genişletilmelidir, katilin tüm bağlantıları ve ilişkileri incelenmelidir.

Hayatı elinden alınan Sevag için, ölüm tehdidi altında yaşayan tüm Ermeni gençleri için adaletin bir an önce sağlanmasını istiyoruz.

Hukuk skandalına dönüşmüş dava artık gerçekten başlasın.

Sevag Şahin Balıkçı cinayetinin üzerini örtme girişimlerini boşa çıkartmak için bu davaya sahip çıkalım.

Sevag için, Adalet için!



Sevag İçin Adalet Girişimi

27 Şubat 2013

15 Şubat 2013 Cuma

cumartesi anneleri bu hafta rıdvan karakoç için buluşuyor



Polis tarafından aranan Rıdvan Karakoç, gözetim altında tutulan evine gidemiyor, ailesi ile telefonla haberleşiyordu.

Rıdvan’a ulaşmak isteyen polisler, Karakoç Ailesi’nin evini basıyor, tehdit ediyor, gözaltına alarak işkenceli sorgulardan geçiriyordu.

Rıdvan, ailesini en son 20 Şubat 1995 günü aradı. O günden sonra bir daha telefon etmedi. Rıdvan’ın telefonları kesilince, polisin evi gözetim altında tutması, ev baskınları da kesildi. 

Gözaltına alındığı inkar edilen Rıdvan’ı ısrarla arayan ailesine üç ay boyunca devletin tüm kurumlarında “Bizde yok ” cevabı verildi.

Aile’nin, avukatların, kaybedilen oğulları Hasan’ı arayan Ocak Ailesi’nin, İnsan Hakları Derneği’nin yoğun çabaları sonucunda;  Rıdvan’ın ağır işkence ile öldürülmüş bedeninin savcılık dahil, resmi kurumlardan geçtiği, Adli Tıp Kurumu’nda bekletildikten sonra Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı’na gömüldüğü gerçeği açığa çıktı, devlet suçüstü yakalandı.

Rıdvanı gözaltına alanlar, sorgulayanlar, bilinmesine rağmen hukuk işletilmedi. Failler korunarak daha sonraki zorla kaybetmeler için İstanbul polisi cesaretlendirildi.

412. buluşmamızda sizi de,  cumartesi oturmalarını başlatanlardan Karakoç Ailesi’nin 18 yıldır Galatasaray’dan yükselen “Failler yargı önüne çıkartılıp, hak ettikleri cezayı alana kadar bu meydanda olacağız. Bin yıl da geçse buradayız.” diyen sesine ses katmaya çağrıyoruz.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi

Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon



Tarih : 16  Şubat  2012 (Cumartesi)

Saat  : 12:00


2 Ocak 2013 Çarşamba

steinbeck'in "fareler ve insanlar" kitabının sakıncalı bulunması üzerine türkiye yayıncılar birliği'nden açıklama


Sansürcü zihniyet yaygınlaşıyor...

Dünya Klasiklerinden Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar” Kitabına “Sakıncalı” Damgası



2013’ün ilk haberlerinden biri “sansür talebi” oldu.

İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün bir “Kitapları İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu” kurarak Dünya Klasiklerinden biri olan John Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar” romanını incelediği, romanı ahlaki açıdan “Sakıncalı” bulduğu ve sansürlenmesi talebiyle bakanlığa başvurulduğu belgeleriyle haber oldu. Komisyon, Steinbeck’in bu romanının hangi yayınevlerince yayımlandığını da araştırıyor ve yayınevlerinin kitaplarındaki sakıncalı bölümlerin sayfalarını da tek tek tespit ediyor. Bir rapor halinde “öğrencilerin eğitimine uygun olmayan bölümler” tespit edildiğini belirterek raporu ve ekli listeyi Milli Eğitim Bakanlığı Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne arzediyor.



John Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar” romanı Milli Eğitim Bakanlığı’nca hazırlanan liselerde okutulacak “100 Temel Eser Listesi”nde yer almaktadır. Onlarca yıldır tüm Dünyada okunan bu önemli klasik ülkemizde de en çok okunan, sevilen romanlardandır. Tek tek şehirlerde öğretmenlerin kurul oluşturup Dünya Klasiklerini ahlaki açıdan incelemelerini ve yasak ya da sansür talebinde bulunmaları sansürcü zihniyetin tüm ülke çapında yaygınlaştırılması, iller düzeyinde kitap yasaklamaları yapılması anlamına gelmektedir.



Lise öğrencileri birer genç yetişkin olarak okuyacakları kitapları kendileri seçecek niteliktedir. Steinbeck’in ne kadar önemli bir yazar olduğunun, “Fareler ve İnsanlar”ın edebi öneminin, nasıl bir konu işlediğinin, ne kadar önemli hayat dersleri verdiğinin bilincindedir.



İzmir Milli Eğitim Müdürlüğü’nün kurul kurup “ahlaki açıdan” kitap incelettirmesi, sansür talebinde bulunması ülkemizde sansürcü zihniyetin ne boyutlara ulaştığının çarpıcı ama utanç verici bir örneğidir. Umarız son örnek olacaktır.



Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in “Kitapları İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu” türünden yasakçı, sansürcü komitelerin kurulmasını engellemesini, il milli eğitim müdürlerini, öğretmenleri Türkiye’nin başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere uluslararası birçok düşünce, ifade, vicdan ve din özgürlüğü ile hukukun üstünlüğü ilkesiyle ilgili sözleşmelerde imzası bulunan bir ülke olduğunu ve bu tür yasakçı, sansürcü girişimlere izin vermeyeceğini açıklamasını bekliyoruz.

 

Türkiye Yayıncılar Birliği