25 Aralık 2012 Salı

yeni şafak ve trt haber internet sitesi'nin pozantı haberleri hakkında ihd'den açıklama


YENİŞAFAK GAZETESİNİN 21.12.2012 TARİHLİ DEZENFORMASYON HABERİNE KARŞILIK ZORUNLU AÇIKLAMA



Yeni Şafak Gazetesi ve TRT Haber İnternet Sitesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürlerini İnsan Hakları Derneğinden ve Ali Tanrıverdi’den özür dilemeye davet ediyoruz.



21 Aralık 2012 tarihli Yeni Şafak Gazetesi’de “Pozantı da İşkence İddiası Aynı Elden” başlıklı yazıda, Pozantı Cezaevi’ndeki işkence, taciz ve kötü muamele iddialarının KCK operasyonları sonrası ortaya çıkan ses kayıtlarının çürüttüğü belirtilmiş, bu ses kayıtlarının TRT Haber sitesinde yayınlandığı belirtilerek, İHD Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi suçlanarak, bu iddiaların sanki olmamış gibi Ali Tanrıverdi tarafından derneğe başvuran çocuklara yazdırıldığına dair tamamen dezenformasyon içerikli bir haber yapılmıştır.

Pozantı Cezaevi’nde yaşanan işkence ve taciz olayları İHD Mersin Şubesi’ne 23-24 Mayıs 2011 tarihlerinde bizzat işkence ve tacize maruz kalan çocukların başvurusu üzerine şubemiz tarafından işleme alınmış, mağdurlar TİHV Adana Temsilcisine yönlendirilmiş, TİHV Adana Temsilcisi hekim tarafından değerlendirme raporu hazırlanmış, bu değerlendirme raporu üzerine Mersin Şubemiz tarafından 12 Temmuz 2011 tarihinde TBMM İnsan Haklarını İnceleme ve Araştırma Komisyonu’na, Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’na, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’ne, Adana Valiliği İl İnsan Hakları Kuruluna gereğinin yapılması için müracaat edilmiş ve müracaat dilekçesi ekine derneğimize yapılan başvuruların fotokopileri ve TİHV Adana Temsilciliğinin hazırladığı fiziksel ve ruhsal ön rapor eklenmiştir. Başvuru formunun ön kısmı şube yöneticimiz tarafından doldurulmuş olup, başvuru ekindeki olayların anlatıldığı dilekçe ise bizzat başvurucular tarafından yazılmıştır. Başvuru formu ve ekindeki dilekçeler olduğu gibi yetkili makamlara gönderilmiştir. Konu aynı zamanda genel merkezimize de bildirilmiştir. Konu ile ilgili olarak derneğimiz taciz olayının çocuklar üzerindeki ruhsal etkisini düşünerek olayı basınla paylaşmamış, yetkili makamların tedbir almasını beklemiştir. Ancak daha sonra mağdurların bir muhabire yaşadıkları olayları anlatmaları üzerine olay basına intikal etmiş ve basına intikal etmesi ile beraber olay kamuoyuna mal olmuştur.



Olayların ve iddiaların ciddiliği karşısında Adalet Bakanlığı adli ve idari soruşturma açmış, sorumluların görev yerleri değiştirilmiş, adli soruşturma ise devam etmektedir. Bunun yanı sıra Pozantı Cezaevi kapatılmış, çocuklar Ankara Sincan Cezaevi’ne nakledilmiştir.



Pozantı cezaevinde yaşanan işkence ve tacizin mağdurlar üzerinde bıraktığı etki 17 Eylül 2012 tarihinde B.E’nin kaldığı evin 4. katından atlayarak intihara girişmesiyle bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bu olay aynı zamanda yaşananların inkar edilmesi ve mağdurlar üzerinde kurulan her türlü baskının nasıl sonuçlanabileceğinin de bir örneğini oluşturmaktadır.



Pozantı Cezaevi’nde yaşanan işkence ve taciz olayları dünya kamuoyunda mahkum olmuş en kötü olaylardan birisidir. Şube başkanımız Ali Tanrıverdi’nin insan hakları savunuculuğu kapsamında görevini yaparak işkence ve tacize karşı mücadele etmesi kimi çevreleri rahatsız etmiştir. Adana TMK 10. maddesi ile görevli Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012/1117 soruşturma nolu soruşturma dosyasında Ali Tanrıverdi ve bir çok kişi Adana 3 Nolu TMK 10. madde ile görevli hakimlik tarafından 28 Eylül 2012 tarihinde tutuklanmıştır. Hakimliğin sorgu zaptına bakıldığında, tutuklama nedeni olarak Ali Tanrıverdi’nin BDP Mersin Siyaset Akademisinde yapmış olduğu konuşmalar gerekçe gösterilmiştir. Ali Tanrıverdi halen Adana Kürkçüler F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutukludur.

TRT Haber’in ve Yeni Şafak Gazetesi’nin Mersin’deki tutuklu soruşturma ile ilgili ve özel olarak da Ali Tanrıverdi ile ilgili yapılmak istenen dezenformasyona kendilerini alet etmesini kınıyoruz. TRT’nin ve Gazetenin basın etik ve ahlak ilkelerine uygun yayın yapmasını ve derneğimiz ile birlikte Ali Tanrıverdi’den özür dilemesini bekliyoruz.

TRT’ye ve Yeni Şafak Gazetesi yazarlarına şunu hatırlatmak isteriz. Türkiye adeta yeni bir 28 Şubat süreci yaşamaktadır. Toplumsal muhalefeti oluşturan kesimler, Kürt legal siyasal hareketi, insan hakları savunucuları ve daha birçok çevre ve kesim siyasal iktidarın uygulamalarını eleştirdikleri ve sessiz kalmadıkları için özel yetkili mahkemeler aracılığı ile üzerlerinde yargı baskısı kurulmuştur. Bu baskı politikası uygulanmaya devam etmektedir. Siyasal iktidara yakın olanların muhaliflere ve doğruyu söyleyenlere yapılanlara seyirci kalması anti demokratik bir davranış olduğu kadar etik de değildir.



Ali Tanrıverdi insan hakları savunucusudur. Hiçbir kesim ve hiçbir çevre onun bu kimliğini karalamaya çalışmamalıdır.



İNSAN HAKLARI DERNEĞİ




6 Aralık 2012 Perşembe

ferhat encü'nün roboskili aileler adına avrupa parlamentosu'nda yaptığı konuşma


Değerli parlamento üyeleri, sevgili misafirler;
28 Aralık 2011 gecesi,  Şırnak’ın (Şirnex) Uludere (Qileban) ilçesi Gülyazı (Bejuh) ve Ortasu (Roboskî) köylerinden Irak sınırına “Sınır Ticareti” için geçmiş ve dönmekte olan sivillerin Türkiye Silahlı Kuvvetlerine ait savaş uçakları tarafından bombardımana tutulması sonucu 34 canımız toprağa, can’larımızın evlerine ise ateş düştü! Ben bugün burada sizlere bu konuda bir sunum yapmak üzere bulunuyorum…
Sizlere önce Roboskî ve Bejuh’tan bahsetmek istiyorum;

Bugünkü Roboskî ve Bejuh, Şırnak’ın Uludere (Qileban) ilçesine bağlı köylerin 90’lı yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin (TCD) güvenlik güçleri tarafından boşaltılıp insanların sürülmesi neticesine, köylerinden sürgün edilen insanların akrabalarının yanlarına yerleşmesi ile kuruldu.
Köylerimizin çevresindeki arazilere TCD tarafından mayınlar döşendi, geçimini sağlamak için araziye çıkanlardan bugüne kadar 5 kişi yaşamını yitirdi ve 20’den fazla kişi sakat kaldı… Ölen hayvan sayısı hakkında bir tahminde dahi bulunmak zor…
Köyümüzde bizim “sınır ticareti”, “kervan”, “hudut” dediğimiz, devlet ve onun gibi düşünenlerin ise “kaçakçılık” dediği işten başka, insanların geçimlerini sağlayabilecekleri bir imkân bulunmamaktadır.
Biz buna “kaçakçılık” demiyoruz; çünkü biz, irademiz dışında masa başında çizilmiş o sınırı hiç tanımadık, tanımayacağız. Dedelerimizden beri “kaçağa” gideriz. Zaten köyün yarısı bu tarafta, yarısı Irak’ta, akrabalar da öyle… Kimimizin kardeşi, kimimizin tarlası var öbür tarafta… Üstelik fiziki bir sınır da yok orada, sadece bir taş var, on beş no’lu sınır taşı...

Üç kıtaya yayılmış imparatorluğun bakiyesi olarak kalan üzerinde yaşadığımız “millî” topraklarda, imparatorluğun habitatından taşacak toplumsal travmalar yaşanmış, yaşanıyor. Ermeni Kırımı’ndan Dersim Tertelesi’ne, 6-7 Eylül yağmalarından askeri darbelere, Çorum ve Maraş katliamlarından Madımak’a, 28 Şubat’tan Zanqirt (Bilge) Köyü ve Roboskî katliamlarına uzanan, uzun ve geniş bir katliamlar tarihinin travması üzerinde yaşıyoruz. İşte tarihe “Roboskî Katliamı” olarak kaydedilen o elim hadise, bu travmalar zincirinin bir halkasıdır.

28 Aralık 2011 günü akşam saatlerinde, yine her zaman olduğu gibi orada bulunan yerel askerî birimlerin bilgisi dâhilinde ve onların gördüğü biçimde köylülerimiz “sınır ticareti” yapmak üzere gittiler. Katliamın gerçekleştiği günden yaklaşık bir ay önce gidiş-gelişler oldukça kolaylaştırılmış, on gün öncesinde yol üzerindeki askerî mevziler tamamen boşaltılmıştı… Zaten sınırın Irak tarafının dümdüz bir alan olması sebebiyle, bombalamanın yapıldığı yer -Murat Karayılan’ın açıklamasına göre 1991 yılından- bugüne kadar PKK tarafından hiç kullanılmamıştı…
Sınırın diğer tarafına sorunsuz bir şekilde giden köylülerimiz, dönüşte çok feci bir durumla karşılaştılar. Askerin alternatif üç yolu da tuttuğunu gören köylülerimiz “dur ihtarı” yapılmadan uyarı ve top ateşine tutuldular. O gece katliamda yaşamını yitirenlerden 13 yaşındaki Muhammed ENCU’nun babası Ubeydullah ENCU karakol komutanını aramış ve komutana çocuğunun da içinde bulunduğu bir grubun orada olduğunu söylemiştir. Komutan bundan haberdar olduğunu ve yapılanın “korkutmak maçlı” bir uyarı ateşi olduğu cevabını vermiştir. Oysa olay böyle gelişmemiş, çocuklarımız F-16 savaş uçakları tarafından bombardımana tutulmuşlardır.
Bombardımandan sonra olay yerine gitmekte olan köylüler -gelen emir üzerine- dönen askerlerle karşılaştıklarını, köylüler olay yerine vardıklarında bazı cesetlerin hala yanmakta olduğunu ve yaralı sayısının 13 olduğunu ifade etmektedirler. Katliamın yaşandığı andan beri bütün yetkililere haber vermelerine rağmen katliam yerine hiçbir yetkili gelmemiş köylüler kendi çabaları ile yaralıları sırtlarına alarak taşımışlardır. Bombalama bitiminde cenazeler ve yaralıların taşındığı esnada Şırnak sağlık ekipleri olay yerine gitmek isterken askerler tarafından engellenmişlerdir. Parçalanmış bedenleri kendi ellerimizle katliamdan sağ kurtulan katırların semerleri içine koyarak köye getirmeye çalıştık. Yaralıların çoğunun kan kaybından ve/veya donarak öldüğü katliam yerine giden bütün köylülerce bilinmektedir. Bombalamada ölen 34 kişiden 17si 18 yaşından küçük çocuklardı. Bunun nasıl bir travmaya sebep olduğunu köye bir kere gelen herkes açıkça görebilir. Köylüler o günden sonra psikolojik olarak bunalıma girdiler. Bu bunalım hali yaklaşık bir yıldır devam etmektedir.

Türk Medyası haber değeri tartışmasız olan bu acı olayı 12 saatten fazla süren bir zaman görmedi! Bunu haber olarak aktarmak isteyenler de reji odasından yapılan müdahalelerle engellendi! Resmî açıklamalar gelmeye başladığında haber ajansları öfemizm (euphemism) yoluna başvurarak bu katliamı “Irak Sınırındaki Olay” şeklinde naif bir başlıkla aktardı… Sonraki günlerde yapılan tartışmalar; “ölenler kaçakçı mı, terörist mi?” “olay kaza mı, ihmal mi, tuzak mı?” başlıklarından öteye geçmedi.
Türkiye toplumunun batı yakası böyle bir katliam hiç yaşanmamış gibi üç gün sonra sabaha kadar süren yılbaşı kutlamaları tertip ederken bizler; gözümüzün önünden gitmeyen evlatlarımızın, kardeşlerimizin parçalanmış cesetleri karşısında uykusuz, kahır dolu bir geceyi yaşadık…
TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, bu katliamdan sonra “gösterdikleri hassasiyet nedeniyle” Genelkurmay Başkanı ve askerî komuta kademesine teşekkür ederek devletin bundan sonra takınacağı tavrın ilk işaretini verdi…
Katliamın yapıldığı gece ambulansları geri çeviren ve katliam yerine helikopter göndermeyen yetkililer (köylülerin ifadesine göre) bir gün sonra katliam yerine helikopterle bir ekip göndermiş ve bu ekip katliamdan geriye kalan her şeyi (insan ve katır cesetlerinden parçalar, bidonlar vs.) bir alana toplayıp ateşe vermiş, yani delilleri karartmıştır… Katliamdan hemen sonra "hata olmuştur, kimseyi tutuklamayacağım" diyen Savcı, “olay yeri incelemesini” helikopterle havadan yapmış ve tutanaklara “hiçbir şey göremediklerini” kaydını düşmüştür.
Öylesine özensiz davranılmıştır ki, bombalamada ölenlerin isimleri ve sayıları otopsi raporlarına, dolayısıyla bilgi kaynaklarını oradan alan İnsan Hakları Örgütlerinin raporlarına yanlış girmiştir. Olaydan hemen sonra köye gelen MAZLUMDER, İnsan Hakları Derneği (İHD), Diyarbakır Barosu, Kamu Emekçileri Sendikaları konfederasyonu (KESK), Kardeşlik İçin Adalet Platformu (KİAP) gibi kuruluşlar raporlama çalışmaları yapmış ve bu olayın “katliam” olduğu noktasında kanaat belirtmişlerdir.

O gece devlet  bomba olup gökten üzerimize yağdı. Çocuklarımız, akrabalarımız neye uğradıklarını şaşırdılar. Ölüm kustuğu yetmiyormuş gibi bizi kendi ölülerimizle baş başa bırakan devlet, katliamda sonra tehditlerle, ölülerimizi toplu şekilde gömmemize bile engel olmaya çalıştı!
Kürdistan’da yas uzun sürer, hele bu kadar insanın birden öldürüldüğü bir yas daha da uzun sürer. Yine bizde adettir, ölüme ihmal yahut kasıtla sebebiyet vermiş olan, ilk günlerde ölenlerin yakınlarına görünmez. Çünkü ölenlerin yakınları öfkelidirler ve o öfkenin her an patlaması muhtemeldir. Fakat çocuklarımızın ölümüne sebep olan ve yaklaşık bir asırdır bize idare eden devlet bu en genel âdetimizi dahi bilmiyormuşçasına, köyün önde gelenlerinin bütün uyarılarına rağmen yasımızın ikinci günü kaymakamı taziyeye gönderdi. Yakınlarının böyle feci bir şekilde katledilmiş olmasının öfkesi ile kötün gençleri doğal olarak kaymakama tepkide bulundular. Bizim de tasvip etmediğimiz hadiseler cereyan etti, kaymakam darp edildi, istenmeyen görüntüler oluştu.
Bu hadiseden sonra bombardımanda yaşamını yitiren köylülerin akrabalarından insanlar gözaltına alındılar, tutuklanıp tahliye dilenler oldu. Köydeki insanların birçoğu hakkında yakalama kararı çıkarıldı, kimse köyden dışarı çıkamadı, hastalarımızı ilçeye götüremedik, köyümüz adeta açık cezaevine dönüştürüldü. İnsanların gözaltına alınmaları korkusu hala devam ediyor… Gözaltına alınanlar “kasten adam öldürmeye teşebbüs” suçundan yargılanmaktadırlar. Ben o gün kaymakama karşı bir şiddet girişiminde bulunmadığım halde, sorumlular cezalandırılıp adalet yerini bulsun diye bu katliamı sürekli gündemde tuttuğum için aynı suçlama ile tam 6 kez gözaltına alındım. Bunlar yetmezmiş gibi Şırnak İl Jandarma Alay Komutanı Osman Aslan tarafından kameralar önünde “Ferhat ben seni biliyorum, sen başkalarının güdümüyle hareket ediyorsun, senin de zamanın gelecek.” sözleriyle açıkça tehdit edildim. O komutanın bu sözleri sebebiyle teşekkür alıp almadığını bilemiyoruz, ama herhangi bir soruşturma geçirmediği kesin…

Katliamın yaşandığı ilk günden bu yana, biz hükümetten adalet talep ettikçe hakarete uğradık, üzerimizdeki baskılar arttı. Katliamda yakınlarını kaybedenlerden medyaya konuşanlar “haddinizi bilin, çenenizi kapayın, sağda solda konuşmayın” içerikli telefonlarla tehdit edildiler. Roboskî katliamı için dava açmaya giden köylülere katliam ile ilgili hiçbir şey sorulmazken; “neden toplu taziye veriyorsunuz?”, “neden tabutlara o bez parçalarını örttünüz?”, “neden BDP size sahip çıkıyor?” gibi refleksif sorular soruldu…
Daha yakınlarımızın toprağı kurumadan hükümet tarafından “rekor tazminat” ile ödüllendirildiğimiz haberleri yayıldı. Oysa biz o tazminatlara hiç dokunmadık…
İçişleri Bakanı yaşamını yitirenler için “dolap beygiri”, “terör örgütü figüranı” gibi ifadeler kullandı. Başbakan Erdoğan köylülerin mayına basmadıklarını söyleyerek ellerinde mayın haritaları olduğunu ima etti, hâlbuki bütün bir Türkiye’nin gözüne baka baka yalan söylüyordu. Çünkü bugüne kadar köyde mayına basarak yaşamını yitirmiş ve sakat kalmış birçok insan var; bu da başbakan için başka bir ayıp olsa gerek…
Katliamdan sonra işe başlamadıkları gerekçesiyle korucuları toplayan Alay komutanı Abdullah Paşa,"bu olayı devlet yaptı,  diyelim ki ben yaptım, ne olacak? Siz devlete karşı ne yapabilirsiniz ki?" diyerek katliamı küçümsemiş ve devlet kibrinin başka bir örneğini sergilemiştir. Katliamdan sağ kurtulan Hasan Ürek, bir televizyon kanalında konuşmasının akabinde vali ve emniyet müdürü tarafından çağrılarak, kendisine iş sağlanıp, bundan sonra bu sürece müdahale edilmemesi istenmiştir.
Katliamdan sağ kurtulan Servet Encü, ailelere yapılan baskı ile birlikte, adalet umudunun zayıflaya zayıflaya tükenmesi neticesinde ailesi ile birlikte Türkiye’yi terk edip Irak Kürdistanı’na yerleşti. Bir vatandaşın devletinden ümidi keserek doğup büyüdüğü toprakları terk etmesi, devletin başında bulunanlar için büyük utanç olsa gerek, ama olmadı…
Devlet bütün bunlardan bir ders çıkarmadığı gibi benzer girişimlere devam etti. Katliamdan kısa bir zaman sonra Roboskî yaylasında hayvanlarını otlatan köylülerin üzerine ateş açıldı. Kayalıklar arkasına sığınarak kurtulan köylülerin 4 keçisi yaralandı.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen yılmadık ve adalet talebimizi her yerde dile getirmeye devam ettik. Sorumluların açığa çıkarılıp yargılanması talebini gittiğimiz her makama tekrar tekrar ilettik. Bu bağlamda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne iki kere ziyarete gittik ve her ikisinde de meclisteki partilerle görüştük. İktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile ilk görüşmemizde Grup Başkan Vekili Ayşenur Bahçekapılı tarafından, 27 Kasım 2012 tarihinde gerçekleşen ikinci görüşmemizde ise bir başka Grup Başkan Vekili Mahir Ünal tarafından hakarete uğradık. Son görüşmemizde AKP’li Ünal’a hangi somut adımı attıklarını sorduğumda bana içlerinde benim de bulunduğum Roboskîli 40 öğrenciye burs verdiklerini açıkladı. Bizim kendilerinden böyle bir talebimiz olmadığı gibi, bize bağlanan burstan da haberimiz yok. Tazminatı kabul etmeyip el sürmeyen aileler olarak 100 TL bursa minnet edeceğimizi düşünmeleri bize ilginç geldi doğrusu…

Türkiye’de iktidar partisi AKP’nin Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu tarafından çöpe atılmasıyla meşhur son AB ilerleme raporunda Roboskî katliamından söz edilirken; katliama ilişkin “siyasi sorumluluk konusunda tartışma olmadığı…”, “Uludere’de sivillerin hayatını kaybetmesi gibi olaylarda, etkili, hızlı ve şeffaf bir soruşturma yürütülmesi yönünde yetkililere yapılan çağrıların yanıtsız kaldığı…”, “Kürt meselesine ilişkin olarak Hükümetin yeni strateji söyleminin, siyasi çözüme yönelik ilerlemeye dönüşmediği…” eleştirilmektedir.  Raporda eleştirilen bir başka nokta da “yetkililerin, birçok STK’nın [34 sivil vatandaşın öldürüldüğü] olayın gerçekleştiği yere gitmesini engellemesi…” konusudur. Bu eleştirilerin hepsi yerindedir. Katliam yerine gitmek isteyen kimse bırakılmamış, hatta bir kitap çalışması için sınıra giden bir şair ve ona mihmandarlık eden Roboskîli dört genç, 1000er TL para cezasına çarptırılmışlardır.

"Ankara'nın dehlizlerinde kaybolmayacağı" sözü verilen katliamın soruşturması, aradan geçen zamanın bir yıla yaklaştığı şu günlerde henüz arpa boyu ilerlemiş değil…
Türkiye siyasetini yakından takip edenler bilirler; bir mesele unutturulmak isteniyorsa (hiçbir sorumlu açığa alınmadan) ya komisyona yahut yargıya intikal ettirilir, mesele zamana yayılır ve zamanla unutulur. Bu durum Roboskî katliamı için de böyle oldu. Bir alt komisyon kuruldu ve mesele ötelendikçe ötelendi; Genelkurmay’dan gelen “bilgi paylaşamayız” haberini savcılıktan gelen dosyalar takip etti. Ama devlet bürokrasisini resmeden bu süreçte hiçbir sorunun cevabı yoktu, belli olan failler bir türlü ortaya çıkarılamadı…
Alt komisyon yakın bir zamanda raporunu açıklayacağını deklare etti. Ama ilk günden beri sorduğumuz şu dört sorunun cevabının raporda yer almayacağını da peşinen söyledi. O sorular şunlardır: 1.Heron görüntülerini hangi birim ve kimler izledi, değerlendirdi? 2.Hedef tayinini hangi birim ve kim(ler) yaptı? 3.Oradaki insanların PKK militanları olduğuna kim hükmetti? 4.Vur emrini kim verdi?
Bizler ilk günden beri bu sorulara cevap verilmesini, katliamın sorumlularının açığa çıkarılıp yargılanmasını talep ettik, ediyoruz. Devletin bizlere ödemeyi vaad ettiği tazminatı da adalet yerini bulmadan almayacağımızı açıkladık.
Roboskî katliamı sınırın Irak tarafında gerçekleşmesinden dolayı bir “sınır ötesi operasyon”dur ve bunun en tepedeki sorumlusunun siyasi irade olduğunu düşünüyoruz.
Sonuç olarak; sizden köyümüze bir heyet göndererek katliama ve katliamdan sonrasındaki sürece ilişkin bir gözlem raporu hazırlamanızı ve Roboskî Katliamı’nın "insanlık suçu" olarak tanımlanıp adalet sağlanıncaya kadar bu sürece müdahil olmanızı talep ediyoruz…
Başta ifade ettiğim gibi Roboskî Katliamı, Türkiye toplumunun maruz kaldığı toplumsal travmalar tarihinin bir halkasıdır. Adaletin yerini bulması ailelerin yüreğine bir nebze de olsa su serpeceği gibi, bu travmaların son bulması adına da ümit olacaktır.
Roboskî’de adalet inşa edilmezse geleceğin karanlık olacağını bilmenizi isterim…
Saygılarımla…
Roboskîli aileler adına Ferhat Encu
(kaynak: hür bakış)

bugün eskişehir'de "herkes bebek doğar" davası duruşması var


6 ARALIK (PERŞEMBE)
SAAT: 15:05
ESKİŞEHİR ADLİYESİ, 4. SULH CEZA MAHKEMESİ


Tüm üyelerimizi, medya mensuplarını, hukuk ve insan hakları örgütlerini parşembe günü 8. celsesi görülecek, kamuoyunda Herkes Bebek Doğar davası olarak bilinen Ahmet Aydemir, Fatih Tezcan, Halil Savda ve Mehmet atak'ın yargılandıkları TCK 318'davsını izlemeye, duruşmalarda Uluslarası Hukuku, İnsan Hakları Hukukunu ve bizzat TC Anayasa'sını hiçe sayan uygulamaların tanığı ve takipçisi olmaya çağırıyoruz.

Yargıç üyelerimiz Orhan Gazi Ertekin, Kemal Şahin, Faruk Özsu son günlerde peşpeşe yazıyorlar: "Türk Yargısı hukuka değil, iktidarın siyasetine göre işler. Militaristtir" diye.

Askeri hapishanede işkence gören vicdani redci Enver Aydemir'i, askeri mahkemede desteklemek için giden gruptan 5 kişiye, Cumhuriyet Savcılığının "Herkes bebek doğar", "Barış için vicdanı red", "Hiç kimse asker doğmaz", "Biz orduya sadece fındığa gideriz" gibi sloganları suç unsuru gösterdiği iddianame üzerine açılan ve ilk celsesi 21 Nisan 2011 tarihinde görülen dava, bu hukuksuz davada cebren alınmış vergilerimiz keyfi olarak çarçur edilerek devam ediyor.

Dava dosyasındaki metinlerde savcının iddianamedeki hukuksuzlukları ve hakimlerin davayı açma ve sürdürmekteki hukuksuzlukları, mevcut Türkiye Hukuk Sistemin'deki hangi maddelere göre açıkça belirtilmeleri, TCK 318'in ve Askerlik Kanunu'nun varlıklarının Anayasa'nın hangi maddelerine göre suç teşekkül ettiği açıkça belirtilmesine ve Mehmet Atak'ın bunun saptanması için talep ettiği bir hukuk fakültesi, anayasa hukuku kürsüsünden bilirkişi talebi, hakim tarafından inceleme listesine alınmasına rağmen, halen savunma hakkı alanen kullandırılmayarak işleme konulmuyor. Savcının suç duyurusundaki iddiasına karşı talep edilen bir tıp fakültesi kadın doğum kürsüsünden bilirkişi de hala savunma hakkı kullandırılmayarak getirilmedi.

Buna karşın 4. celsede narkozsuz doğum yapmış üç kadın, çocuklarını asker değil bebek olarak doğurduklarını açıklayıp davaya müdahil oldular.

Avrupa Parlementosu Bakanlar Kurulu, Türkiye'ye "vicdani red hakkını" tanıması için ültümoton verdi. Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde peşpeşe vicdani red konusunda mahkum ediliyor.

Peşpeşe zamlar geliyor, peşpeşe insanlar öldürüyor ve denetleyemediğimiz vergilerimizin, temmuz ayında 286.6, ağustosta ise 197.8 milyon lirası  'Silah araç gereç ve savaş teçhizatı' kalemine harcanıyor, bütçede, 'gizli hizmet giderleri' kalemi altındaki örtülü ödenekten silah harcamaları ise son iki ayda 156.5 milyon lira, yıl başından beri 587.7 milyon lira. Bu buzdağının görünen yüzü. Türkiye, silah harcamalarının genel bütçeye oranında Kuzey Kore ve Meksika'nın ardından dünyada üçüncü sırada. Bu devasa silah harcamalarının hangi şirketlerle yapıldığı, kimlerin aracı olduğu ve ne kadar nemalandığı ve bu yüzden daha ne kadar ölüme ihtiyaç olunduğundan araştırmacı gazeteciler hiç bahsetmiyor.

Herkes Bebek Doğar davasında ve peşinden açılan yeni bir TCK 318'den Eskişehirde yargılanan Savda, eski TCK'nın ünlü 155'ci maddesi, 1 Haziran 2005'te yürürlüğe giren yeni kanunda TCK 318 sıra numarası ile korundunduğundan beri, halkı, askerlik hizmetinden soğutacak etkinlikte teşvik veya telkinde bulunanmak veya propaganda yapmak suçlamasiyla ceza alan ve cezası ertelenmeyen ya da paraya çevrilmeyen, bu suçlamadan iki kez hapis yatmak zorunda kalan ilk kişi.

TCK 155 dönemi Erhan Akyıldız, Ali Tevfik Berber, Bilgesu Erenus, Saruhan Oluç, Osman Murat Ülke, Şanar Yurdatapan, Nevzat Onaran, Uluslararası Hukuka ve Anayasa'ya aykırı halkı, askerlik hizmetinden soğutacak etkinlikte teşvik veya telkinde bulunanmak veya propaganda yapmak suçlamasıyla hapis yatmışlardı.

Önce TCK 155’den  (daha sonra TCK 318) yargılanan, ama davaları düşen, beraat eden ya da hapis cezaları ertelen veya paraya çevrilenler arasında Tayfun Gönül, Vedat Zencir, Mustafa Doğan, Koray Düzgören, Nilüfer Akbal, Cengiz Bektaş, Yılmaz Ensaroğlu , Siyami Erdem, Vahdettin Karabay, Ömer Madra, Etyen Mahcupyan, Lale Mansur, Atilla Maraş, Ali Nesin, Zuhal Olcay, Hüsnü Öndül, Yavuz Önen, Erdal Öz, Salim Uslu, Mehmet Bal, Doğan Özkan, Perihan Mağden, Birgül Özbarış, Gökhan Gençay, İbrahim Çeşmecioğlu, Serpil Köksal, İbrahim Kızartıcı, Şevket Murat, Oğuz Sönmez, Mehmet Atak, Serkan Bayrak, Gürşat Özdamar, Bülent Ersoy, Volkan Sevinç, Gökçe Otlu Sevimli, Zarife Ferda Çakmak, Mehmet Lütfi Özdemir var.

İstanbuldan, duruşma için Eskişehir'e toplu olarak gitmek isteyenler Gülsüm Ekinci'ye (0535 938 96 39) bildirebilir.

BARIŞ İÇİN VİCDANİ RED
KADIN ve VİCDANİ RED

30 Kasım 2012 Cuma

cumartesi anneleri 401. hafta önder tuğcu için toplanıyor


25 yaşındaki Önder Tuğcu 29.11.1994 tarihinde Diyarbakır Merkez Postanesi önünden beyaz bir Toros’a bindirildi. Onu zorla arabaya bindirenlerin içerisinde Diyarbakır Terörle Mücadele Şubesi’nde görevli Zafer Aktaş’ta vardı.

Önder Tuğcu, önce Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldü. Kendisinden hemen sonra gözaltına alınan babası ve 2 ağabeyi onun işkencedeki haykırışlarına tanık oldu. Sorgusundan sonra JİTEM subayı Zahit Engin’e teslim edildi.

Aile, Önder’ i gözaltına alan, sorgulayan görevlilerin ve tanıkların isimlerini tüm resmi makamlara verdi. Aile ve tanıklar tehdit edilince başvurdukları savcı “ben de tehdit altındayım” dedi. Dosya “kovuşturmaya yer olmadığı” gerekçesiyle kapatıldı.

Önder Tuğcu’nun Gözaltına alınarak kaybedilişinin 18. yılında Tuğcu Ailesi’ nin Diyarbakır’dan yükselen “ Yalnız Önder’in kemiklerini değil, onu kaybedenleri de istiyoruz!”  diyen sesine Galatasaray’dan ses katacağız.

Sizi de kırmızı bir karanfille 401.buluşmamıza çağırıyoruz


İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi
Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon

Tarih:01 Aralık 2012
Yer:  Galatasaray Meydanı
 Saat :12:00                                                                                                                                                                                                                                                        

9 Kasım 2012 Cuma

cumartesi anneleri bu hafta 29 ekim 1995'te dargeçit'te evlerinden alınan 7 kişi için toplanıyor


29 Ekim 1995‘te cumhuriyetin ilanının 72. yılında,
Mardin/Dargeçit’te ağır silahlı askerlerce aynı anda 7 eve yapılan baskında,
58 yaşındaki Süleyman Seyhan’ı, 20 Yaşındaki Abdurrahman Çoşkun’u,
20 yaşındaki Mehmet Emin Aslan’ı, 18 yaşındaki Abdullah Olcay’ı,
13 yaşındaki Nedim Akyol’u, 13 yaşındaki Seyhan Doğan’ı,
12 yaşındaki Davut Altunkaynak’ı gözaltına alarak Dargeçit Tabur Komutanlığı’na götürdüler.

Onları arayan ailelerine “sorgu sonrası serbest bıraktık” dediler.
Gerçekte ise  işkence ile öldürüp, toplu mezar alanı olarak kullanılan Bağözü Köyü’ndeki kuyulara  gömdüler…

17 yıllık arayışın sonunda açılan o kuyularda çok sayıda insan kemiğine ulaşıldı.Kemikler savcılık kanalıyla İstanbul Adli Tıp kurumu’na kimliklendirme çalışması için gönderildi.9 aydır tüm başvurularımıza rağmen kimliklendirme çalışması hakkında bir bilgiye ulaşamadık.

398.buluşmamızda “ Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararsı belgelere göre kimliklendirme işleminin makul bir sürede sonuçlandırılması devletin yükümlülüğüdür.Bu sürenin uzaması kayıp aileleri için katmerli işkencedir. Sonuçları derhal açıklayın ” diyeceğiz!
 Doğan, Çoşkun ve Altunkaynak Aileleri’nin  sesine ses katmak için sizi de kırmızı bir karanfille Galatasaray’a çağırıyoruz.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi
Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon

Tarih         : 10 Kasım 2012
Yer            : Galatasaray Meydanı
Saat          : 12:00                                                                                                                                                                                                                                                            

8 Kasım 2012 Perşembe

taksim esnafından basın bildirisi: hukuksal yollara başvuracağız


Degerli Basin ve Televizyon Mensuplari,

Biz Taksim Gezi Dukkanlari dun saat 1430 dan beri Ulkemizde simdiye kadar gorulmemis bir uygulama ile karantina altina alindik ve Isyerlerimizin onu ve cevresi Nazi Kamplari gibi giris ve cikisa izin verilmeyen alanlara cevrildi.

Buyuksehir Belediyesi Fen isleri ve Taseron sirket gorevlileri dukkanlarimizin tam onunde calisma ve insaaat yapma yetki ve ruhsatlari olmamasina ve yapilacak Tunel'in Gezi Parki ile ilgisi olmamasina ragmen bolgemizi santiyeye cevirdiler.
Yine dukkanlarimizin onune guvenlik duvari cekmeleri zorunlu olmasina ragmen yasal olarak bu guvenlikli yolu saglamalari gerektigi halde bolgemizin tumunu keyfi ve yasadisi olarak  insaat alani ilan ederek isyerlerimizi kapatarak ,faaliyetlerimizin sonlanmasini beklemektedirler.
Tamamen ticari faaliyetlerimiz bitmistir.
Tahliyelerimiz hukuksal olarak mumkun olmadigi ve davalarimiz devam ettigi icin bizi yildirarak kendiligimizden kapanmamizi istemekte olduklari icin boyle yasadisi yollarla tahliyemizi saglamak istemektedirler.
Taseron sirketin yetkilileri bize ve personelimize cok kotu davranmakta ,hakaret etmektedirler.Hatta dun bir yetkili dukkanlarin halen kiraci olduklarini bilmediginden sizler kiralarinizi dahi odemiyorsunuz diyebilecek kadar kustahlasmistir. Bu yuzden pek cok esnafimiz kira odeme makbuzlari ceplerinde dolasmaktadirlar.
Fakat bu yapilan uygulamadan sonra degil kiramizi personel giderlerimizi dahi karsilayamayacagiz.
Yine personelimiz yemek yemek icin disari cikamamakta,kapi girislerinden giremedikleri icin duvarlarin uzerinden atlayarak can guvenliklerini tehlikeye atmaktadirlar.
Defalarca Sayin Topbas 'dan randevu isteyip bu sikintili sureci cozmesini istememize ragmen hic kimseye ulasmamisizdir.

Hicbir Avrupa Sehrinde goremeyeceginiz bu ilkel ve insanlik disi uygulama ile hem Istanbul Halki hem Taksim ve cevresi esnafi zarar gormektedir.Artik Talimhane otelleri trafik sikisikligindan tercih edilmemektedir.Turist kaybi yasanmaktadir.Proje suresince tum Taksim ve civari kaybedecektir.Insanlar yurumeye dahi yol bulamamakta ve tum Taksim cevresini donmektedirler.
Acilen onumuze yaya yolu acilmasi gerekmektedir ama bu konuyla ilgili herhangi bir Belediye yetkilisinden muhatap bulamadigimiz icin Hukuksal yollara basvurmaktan baska hicbir caremiz kalmamistir.
Yapilan bu tecrit ve karantina ile konumuz artik bir Insan Haklari sorunu haline gelmistir.

Saygilarimizla

Taksim Gezi Dukkanlari Esnaf ve Isletmecileri

Irtibat ;Selma Yilmaz 0532 2437798,Musa Yantir 0542 2170772  
             


6 Kasım 2012 Salı

insan hakları ortak platformu'nun açlık grevleri ile ilgili açıklaması


Türkiye cezaevlerinde 12 Eylül 2012 tarihinde başlayan açlık grevleri 56. gününe girmiştir. Açlık grevinde bulunanlar grevin süresiz ve dönüşümsüz olduğu yönünde açıklama yapmışlardır.[1] Cezaevlerini izleyen insan hakları örgütleri, 59 cezaevinde 654 mahpusun açlık grevini sürdürdüğünü açıklamıştır.  Basına yansıyan son haberler, açlık grevinde bulunan kişi sayısının dramatik olarak artabileceği endişesi yaratmaktadır. Türkiye’de daha önce yaşanan ve kamu vicdanını derinden yaralayan açlık grevlerini hatırlayarak, bu süreci endişeyle izliyoruz.

Dünya Tabipleri Birliğinin 1991 tarihli Malta Bildirgesi açlık grevcisini “zihinsel olarak ehliyetli, açlık grevine kendi iradesiyle karar vermiş, bu nedenle belirli bir zaman için yiyecek ve/veya sıvı almayı reddeden kişi” olarak tanımlar.

Bu tanıma göre, açlık grevi bir protesto biçimidir. Kişi kendi iradesi ile bilinçli olarak yemeyi reddetmektedir. Açlık grevi, günlük belli miktarlarda su, tuz ve şeker alımını devam ettirme esasına dayanır. Ayrıca açlık grevi sonlandırıldığında kalıcı nörolojik sekellerin görülmemesi için B1 vitamini içeren karışımların mutlaka alınması gerekir.

Bir açlık grevi ölümle sonuçlanabilir. Fakat açlık grevcisinin temel amacı ölmek değil, yaşama dair taleplerini duyurmaya çalışmaktır.
Normal olarak açlık grevlerinin ölümle sonuçlanmasını kimse istemez. Bu nedenle açlık grevi eylemine başvuran mahpusların yaşam haklarının korunması için başta tüm yetkililer olmak üzere, bütün bir toplumun gerekli duyarlılığı göstermesini bekliyoruz.

1980 yılından bu yana Türkiye cezaevlerinde 144 kişi açlık grevleri nedeniyle yaşamını yitirmiş; binlerce mahpus kalıcı sakatlıklarla yaşamını sürdürmek zorunda kalmıştır.

Mahpusların zorla müdahaleyle tek kişilik hücrelere yerleştirilmeleri ve bilinçsizce yapılacak ‘tıbbi müdahalelerin’ sorunları daha da ağırlaştırma ihtimali yüksektir. Dolayısıyla, cezaevlerinde bu kişilere sağlanan bakım hizmetlerinde ve bu kişilerin sağlık koşullarının normalleştirilmesinde, Dünya Tabipler Birliğinin bildirgeleri/ ilkeleri, ulusal ve uluslararası tıbbi ve hukuksal metinler ile evrensel etik kurallar ışığında Türk Tabipleri Birliğinin geliştirdiği uygulama ve yaklaşımların esas alınması gerekir.

Soruna temel hak ve özgürlüklerin esas alınarak yaklaşılması ve taleplerin bu doğrultuda değerlendirilerek çözüme kavuşturulması sağlanmalıdır. Koşulsuz ve önyargısız olarak insanı merkeze alan bir değerler bütününe daima ihtiyacımız vardır.

Demokratik kamuoyunu sürecin sağlık açısından en az olumsuzlukla sonlanması ve sorunun çözümü için daha fazla çaba göstermeye, yetkilileri sorunun bir an önce çözümü için adım atmaya çağırıyoruz.

İNSAN HAKLARI ORTAK PLATFORMU
- helsinki Yurttaşlar derneği
- İnsan Hakları Derneği
- Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi

17 Ekim 2012 Çarşamba

cezaevlerindeki açlık grevleriyle ilgili olarak HDK'dan yapılan açıklama


Açlık Grevlerini Sonlandırmak İçin Hızla Adım Atılmalıdır
NE ÇATIŞMA NE TECRİT, NE ÖLÜM,
ÇÖZÜM YOLU DİYALOG VE ÖZGÜRLÜK

12 Eylül 2012 tarihinde cezaevlerinin bazılarında Kürt siyasi tutuklular tarafından başlatılan açlık grevi, 15 Ekim’den bu yana tüm cezaevlerini sarmış bulunuyor. Kürt siyasi tutsaklarla dayanışma açlık grevleri de sürüyor. Ancak açlık grevlerini durdurmak için çözüm arayışında olması gereken hükümetin sergilediği sorumsuz tutumun sonucu olarak, açlık grevleri her gün daha da yaygınlaşıyor. 12 Eylül askeri darbe koşullarını eleştirmeyi ve bunun üzerinden politika yapmayı sürdüren AKP Hükümeti, dönemin hükümetlerinden farksız uygulamalara imza atmaktadır.
Cezaevlerindeki açlık grevleri giderek yayılıyor
35. günü giren açlık grevleri karşısında süren sessizlik endişeleri arttırıyor. Cezaevlerinden gelen bilgiler, ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıya olan onlarca tutuklunun ve hükümlünün varlığına işaret ediyor. Başta tutuklu ve hükümlü aileleri olmak üzere, tüm kesimler cezaevlerinde başlayacak toplu ölüm endişesi içindedir. Açlık grevlerinin bitirilmesi için tutuklu ve hükümlülerin taleplerini karşılayacak girişimler derhal başlatılmaz ise, bunun cezaevlerini de aşan vahim gelişmelere neden olacağını tahmin etmek hiç de zor değil.

Gerekli önlemler alınmaz, tutuklarla diyalog yolu bulunmaz, 35 günden bu yana açlık grevini sürdürenlerin insani ve demokratik talepleri karşılanmaz ise tek tek ya da toplu ölümler kaçınılmaz olacaktır. 450 güne yakın bir süreden bu yana avukatları ve yakınları ile görüştürülmeyen, ağırlaştırılmış tecrit koşullarına mahkûm edilen Öcalan’ın yaşam koşulları açlık grevinin temel nedenlerinden biridir.

Açlık grevi başlatan Kürt siyasi tutukluları diyalog ve çözüm istemektedir. Kürt tutuklu ve hükümlüler, başta anadilinde savunma hakkı olmak üzere, cezaevlerindeki kötü koşulların son bulması, Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit koşullarının ortadan kaldırılması ve Kürt sorununda eşit haklara dayalı, barışçı ve demokratik çözüm için adım atılmasını istemektedirler.

35 günden bu yana onlarca cezaevinde süren açlık grevlerini durdurmak için adım atmayan yetkililer, adeta ölümlere zemin hazırlamaktadırlar. Açlık grevlerinin 40. gününden sonra telafisi mümkün olmayan sağlık sorunlarına yol açtığı biliniyor. Bilinmelidir ki, cezaevlerinde başlayan “sessiz ölüm”lerin yankısı Türkiye’yi sarsmakla kalmayacak, tüm dünyanın dikkatlerini AKP Hükümeti’nin ağzını açanı tıkadığı cezaevlerine ve “ileri demokrasi”ye yöneltecektir. Bugün ölüme adım adım yaklaşan bu gidişe dur demek için harekete geçmeyenler, tutuklu ve hükümlülerin ölümünden sorumlu olacaklardır.

Açlık grevlerine seyirci kalmak, ölümlere, çatışmalara ve savaşa seyirci kalmaktır. Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorunun demokratik çözümünden yana olan herkesi bu sorun karşısında hızla adım atmaya çağırıyoruz.

HDK olarak, açlık grevindeki tutuklu ve hükümlülerle diyaloga girilmesi ve çözüm yolunun açılması için alanlara çıkacağız.
Herkesi “Ne Çatışma Ne Tecrit, Ne Ölüm Çözüm Yolu Diyalog ve Özgürlük” çağrısına güç katmaya çağırıyoruz.

Halkların Demokratik Kongresi Yürütme Kurulu

11 Ekim 2012 Perşembe

asker hakları raporu: basın toplantısı ve panel



 
Asker Hakları raporu:
“ZORUNLU ASKERLİK SIRASINDA YAŞANAN HAK İHLALLERİ”


Basın Toplantısı ve Panel
Tarih: 12 Ekim 2012, Cuma, 11:00–13:00
Mekan: Taksim Hill Oteli, Sıraselviler Cad. No: 5 Taksim, İstanbul


Asker Hakları tarafından 2011 Nisan-2012 Nisan tarihleri arasındaki bir yıllık dönemde askerhaklari.com sitesine gelen başvurulara dayanarak hazırlanan "ZORUNLU ASKERLİK SIRASINDA YAŞANAN HAK İHLALLERİ" başlıklı rapor, bir yıl önce Kıbrıs’ta zorunlu askerliği sırasında gönderildiği diskoda (disiplin koğuşunda) gördüğü işkence sonucu hayatını kaybeden Uğur Kantar’ın ölüm yıldönümü olan 12 Ekim 2012 Cuma günü 11:00-13:00 saatleri arasında İstanbul’da Taksim Hill Otel’de düzenlenecek basın toplantısı ve panel ile kamuoyunun bilgisine sunulacaktır. Raporun sunumunun ardından Şirin Payzın’ın moderatörlüğünde, Kürşat BuminFerhat Kentel ve Zafer Üskül’ün katılımıyla rapor üzerine bir panel gerçekleştirilecektir.
Bireylerin zorunlu askerlik sırasında maruz kaldıkları kötü muamelelerden, onlara kötü muamelede bulunanlar kadar, bu sorunu görmezden gelerek ve tartışmaktan kaçınarak devam etmesine izin veren siviller de sorumlu.  Asker Hakları, bu sorumluluğu yerine getirmek amacıyla sivil bir girişim olarak 2011 yılı Nisan ayı başlarında kuruldu ve www.askerhaklari.com sitesi üzerinden zorunlu askerlik sırasında kötü muameleye uğrayanlara destek vererek ve yaşanılan kötü muameleleri görünür kılarak bu konuda kamuoyunun farkındalığını ve duyarlılığını arttırmak için çalıştı.
Askerhaklari.com sitesine gelen başvurulara dayanarak hazırlanan bu rapor, istisnasız toplumun tüm kesimleri üzerinde doğrudan ya da dolaylı etkileri olan bir sorunu görünür kılmak ve zorunlu askerlik yapan bireylere yönelik kötü muamelelerin sonlanmasına katkı sağlamak amacıyla hazırlandı. Rapor, zorunlu askerliğin sorunlu hallerini mağdurların anlatıları üzerinden dolaysız bir şekilde aktarıyor.
Askerhaklari.com sitesine 2011 Nisan-2012 Nisan tarihleri arasındaki bir yıllık dönemde zorunlu askerlik sırasında kötü muameleye uğradıkları iddiasıyla 432 başvuru yapıldı. Raporda siteye gelen başvuruların illere, yıllara ve kötü muamele türlerine göre dağılımlarını yansıtan sayısal veriler ve haritalar ve her bir kötü muamele başlığı ile ilgili başvurulardan kısa alıntılara yer veriliyor.

PROGRAM:
10: 30-11:00     ÇAY-KAHVE İKRAMI VE KAYIT

11:00–11:15     RAPOR SUNUMU 

                             Tolga İslam
              Asker Hakları, Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi
11:15–12:15     PANEL
                              Şirin Payzın
                              Moderatör, CNN Türk                           
                              Ferhat Kentel
                              İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyesi, Taraf Gazetesi yazarı
                              Kürşat Bumin
                              İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi, Yeni Şafak Gazetesi yazarı
                              Zafer Üskül
     AK Parti eski milletvekili, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu eski başkanı, Doğuş     Üniversitesi öğretim üyesi

12:15-13:00     SORU-CEVAP 
Kerem Çiftçioğlu: 0532 408 26 26


5 Ekim 2012 Cuma

istanbul'da 7 ekim pazar günü yahudi mirası ve kültürü etkinlikleri var



30 Avrupa ülkesinde geleneksel olarak her yıl farklı bir tema ile düzenlenen “Yahudi Kültürü Avrupa Günü” etkinliklerinde bu yılın odak noktasında “Yahudi Mizahı” bulunuyor. 7 Ekim tarihinde İstanbul’un Galata semtinde eşzamanlı olarak yapılacak sergi, panel, konser gibi etkinlikler aracılığıyla Yahudi Mizahı’nın yanı sıra Yahudi yemekleri, müzikleri, dansları ve kültürü de tanıtılacak.

İlki 1999 yılında yapılan Yahudi Kültürü Avrupa Günü etkinlikleri Yahudilerin kültürel ve tarihi mirasını tanıtma amacıyla düzenleniyor. Türkiye dahil olmak üzere Avrupa’nın 30 farklı ülkesinde düzenlenen etkinlikler kapsamında konserler, söyleşiler, dans ve tiyatro gösterileri, sergi ve konferanslar yer alıyor. Her yıl farklı bir temayla düzenlenen Yahudi Kültürü Avrupa Günü bu yıl 7 Ekim Pazar günü İstanbul’un Galata ve Balat gibi Yahudilerin yüzyıllar boyunca yoğun olarak yaşadığı çeşitli bölgelerinde yapılacak etkinliklerle kutlanacak. Bu yılın teması ise Yahudi Mizahı olarak belirlendi. Tamamı halka açık olan etkinliklerde ünlü sanatçılardan konserler, sergiler ve Yahudi Mizahı’na dair paneller İstanbullulara eğlenceli saatler yaşatacak.

Yahudi müziklerinden bir ziyafet
Yahudi Kültürü Avrupa Günü etkinliğinde Ayhan Sicimoğlu, Renan Koen Trio, Şef Menahem Eskenazi şefliğindeki Maftirim Korosu ve Buket Bahar & Jerfi Aji gibi grup ve sanatçılar sahne alarak Yahudi müzikalleri, caz ve latino gibi türlerden eserler sunacak.

Yahudi mizahı paneli
Asırlar boyunca edebiyatta, sanatta, tiyatroda ve sinemada izleri görülen, tüm dünyada ironik göndermeleri ile tanınan Yahudi mizahını, Türk mizahının ustaları Erdil Yaşaroğlu, Kandemir Konduk, Metin Serezli ve İrvin Mandel, Nedim Saban’ın moderatörlüğünü üstlendiği “Yahudi Mizahı Paneli”nde tartışacak. Yahudi Kültürü Avrupa Günü etkinlikleri kapsamında tanınmış kısa film yönetmeni Seyfi İşman da “Sinemada Yahudi Mizahı” ve metin yazarı Avi Albohayre’nin “Dünden Bugüne Yahudi Mizahı” konulu sunumları da izleyicilerle buluşacak.

Fotoğraf, heykel ve resim sergileri
Etkinliklerde Yahudi sanatçılardan çeşitli sergiler de yer alıyor. Karikatür sanatçıları İrvin Mandel ve İzel Rozental’in sergilerinin yanı sıra, Türk fotoğrafının usta ismi İzzet Keribar’ın fotoğraf çalışmaları da izleyicilerle buluşacak. Suzy Hug Levi’nin heykel sergisi de görülmeye değer bir başka etkinlik olarak öne çıkıyor.

Tadı damakta kalan Yahudi yemekleri, temsili Bar Mitzvah töreni ve daha niceleri
Yahudi Kültürü Avrupa Günü etkinliklerinde Sefarad yemeklerinin yapımını ve lezzetini anlatan yemek atölyesi, Yahudi gençlerinin reşit olma töreni Bar Mitzvah’ya dair temsili tören, Yahudi masalları, Yahudi Mirası Kültür Gezisi gibi ek güzellikler de yer alacak. Fest Travel’ın organize ettiği Yahudi Mirası Kültür Gezisi’ne katılan İstanbullular İstanbul’un tarihi sinagoglarını ziyaret edebilecek.

İzmir ilk kez katılıyor
Yahudi Kültürü ve Avrupa Günü’nün Türkiye ayağına İzmir şehri ilk kez katılıyor. 1492 yılından itibaren İspanya’dan kitleler halinde Osmanlı topraklarına gelen ve İzmir’e yerleşen Yahudilerin kendilerine has düğün gelenekleri, bir fotoğraf sergisi ve belgesel ile birlikte İstanbullulara tanıtılacak.

Neve Şalom Sinagogu, Aşkenaz Sinagogu, Galata Derneği ve daha pek çok farklı mekanda gerçekleştirilecek etkinliklerin tam programı:

Sergiler
    11:30  
17:30
Suzy Hug Levy Resim ve Heykel Sergisi
Neve Şalom Sinagogu
giriş holü
11:30
17:30
İrvin Mandel Karikatür Sergisi
Neve Şalom Sinagogu
giriş holü
11:30
  18:00
İzzet Keribar Fotoğraf Sergisi
Schneidertempel Sanat M.
11:30
 18:00
İzel Rozental Karikatür Sergisi
 Schneidertempel Sanat M.
12:30
  18:00
İzmir Sefarad Düğünü Fotoğraf Sergisi
Matsa Fırını

Panel ve Konferanslar
 11:30
12:30
Seyfi İşman – Sinemada Yahudi Mizahı
 Matsa Fırını
12:30
13:20
Avi Albohayre – Dünden Bugüne Yahudi Mizahı
İtalyan Sinagogu
12:30
15:30
13:15
16:15
Judith Liberman – Yahudi Masalları
Galata Derneği
13:30
14:20
İzzet Keribar - Endülüs
 Schneidertempel Sanat M.
13:30
15:00
Yahudi Mizahı Paneli - Nedim Saban(moderator), Erdil Yaşaroğlu, Metin Serezli, Kandemir Konduk, İrvin Mandel
Neve Şalom K.M.
15:00
15:40
İzmir Sefarad Düğünü Belgeseli
Matsa Fırını

Müzik ve Konserler

 13:30

14:20
Renan Koen Trio
 Aşkenaz Sinagogu
14:30
15:20
Şef Menahem Eskinazi önderliğinde Maftirim Korosu
İtalyan Sinagogu
15:30
16:20
Buket Bahar & Jerfi Aji
Aşkenaz Sinagogu
 16:30
18:00
Ayhan Sicimoğlu & Latin All Stars
Avusturya Lisesi

Diğer Faaliyetler
10:00
16:40
Fest Travel Yahudi Mirası Kültür Gezisi

11:30
12:15
Yemek Atölyesi
  Barınyurt
  Matan Baseter
12:30
13:30
Sefarad Yemekleri
  Barınyurt
  Matan Baseter
 16:00
16:40
Temsili Bar Mitzvah Töreni(Dostluk Yurdu Derneği)
  Neve Şalom
  Sinagogu