30 Ocak 2012 Pazartesi

500 gündür tutuklu olan Devrimci Karargah davası sanıklarından mektup



500. gününde keyfi tutukluluklar son bulsun

21 Eylül 2010 tarihinde sabah saat 05.00’te evleri basılarak “Devrimci Karargah” üyesi oldukları iddiasıyla tutuklanan sosyalistler 500 gündür özgürlüklerinden uzak, esaret altında yaşamaktalar.
Polislerin hazırlamış oldukları fezlekelerin kes-yapıştır yöntemiyle iddianameye dönüştüğü son birkaç yılda, akıllara zarar, kara mizah örneği olan bu iddianameler nedeniyle binlerce insan suçsuz yere yıllarını cezaevlerinde geçiriyor.
İddianameden kara mizah örnekleri
İddianamede, Ahmet Türk’e yönelik yumruklu saldırının protesto edilmesi, yasal izinle düzenlenen Newroz mitingine ve referandumu boykot mitinglerine katılmak suç sayılmakta.
500 gündür cezaevinde tutulan Tuncay Yılmaz’ın 2009 yılında Ceylan Önkol’un öldürülmesini protesto etmek amacıyla Galatasaray Lisesi önünde yapılan basın açıklamasına, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da referandum sürecinde adını andığı Necdet Adalı için yine Galatasaray Lisesi önünde yapılan anma etkinliğine, 5 Eylül 2010’da Kağıthane’de düzenlenen referandumu boykot mitingine katılması da iddianamede savcı tarafından suçmuş gibi lanse edildi.
Gazetelerde bolca yer alan ve iddianamede örgüt üyeliğine delil sayılan şu diyalog ise hukukun geldiği noktayı göstermesi aşısından önemli. Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) üyesi Tuncay Yılmaz ile Sosyalist Parti üyesi Mahir Sayın arasında 12 Mart 2010 tarihinde yapılan telefon görüşmesi iddianameye şöyle girdi:
TUNCAY              : Siz nerdesiniz parti ... (anlaşılmadı)
MAHİR : Maydonoz da gel
TUNCAY              : Maydonozdasınız
MAHİR : He he
TUNCAY              : Haa                    
MAHİR : BURASI DEVRİMCİ KARARGAH yaa
TUNCAY              : Tamam peki başka kim var orda, sizinle kim var
MAHİR : Gel tamam burdayız
TUNCAY              : Hadi görüşürüz tamam
“Teknik takip”e takılan bu telefon görüşmesi, savcı Kadir Altınışık tarafından “şifreli görüşme” olarak yorumlanırken, bu şifreli görüşmede ne hikmetse örgütün ismi açıktan söylenmişti. Konuşmada geçen Maydanoz Cafe Ankara’da bulunan, Tekel direnişi zamanında değişik sol yapılardan bilinen isimlerin soğuktan korunmak için gidip oturduğu yerdi.
Torba davalar
Türkiye’de üç torba-dava var, bunlar hangi siyasi görüşte olurlarsa olsunlar tüm muhalifleri fiilen cezalandırmanın politik araçları olarak kullanılıyor. Bunlardan biri, daha çok devlet içi iktidar mücadelesinde ulusalcı/statükocu kanatta yer alanları (ama aynı zamanda kimi demokrat yazar/aydınları da) içine alan Ergenekon davası. Diğeri Kürt siyasetçilerin içine doldurulduğu KCK davasıdır. Üçüncüsü ise, sosyalist muhalifleri cezalandırmaya yönelik kullanılan Devrimci Karargah (DK) davasıdır.
DK davası örnek bir torba-davadır. İçine çok farklı sosyalist örgütlerden insanlar sokulmuştur. Bu davada Devrimci Karargah örgütünün görüşlerini ve yaptıklarını savunanlar da var; ama bugün çeşitli tutuklama dalgalarıyla 50’yi aşan sanık grubu içinde çok sayıda “alakasız” kişinin yanı sıra, evet sosyalist ama DK ile en ufak bir ilişkisi (ne örgütsel, ne ideolojik-politik) olmayan onlarca kişi de var.
Örneğin 21 Eylül 2010 günü, DK davasının üçüncü dalgasında gözaltına alınıp tutuklanan 17 kişinin çoğunluğunu Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ve Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) yönetici ve üyeleri oluşturuyordu. Bunlar arasında SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan, TÖP Sözcüleri Oğuzhan Kayserilioğlu ve Tuncay Yılmaz da bulunuyordu.
Ama bu dalgada SDP ve TÖP üyelerinin ve çeşitli görüşlerden sosyalist siyasetçi ve yazarların yanı sıra, yaşamını sosyalistlere, devrimcilere karşı devletin görevlisi olarak mücadele etmekle geçiren polis şefi Hanefi Avcı da davaya sokuşturulmuştu. Bir taşla birkaç kuş vurulmak isteniyordu: Hem sosyalistler böylesi bir işkenceci ile birlikte yargılanarak küçük düşürülmek isteniyor; hem de iktidar kavgasında altta kalan Avcı kendi cenahında itibarsızlaştırılıyordu.
Açık alanda siyaset yapan, görüşlerini yazılarıyla, konuşmalarıyla, basın açıklamalarıyla açıkça ortaya koyan, çeşitli yasal/meşru eylemlerde yer alan ve bu eylemlerini savunan sosyalistler, onları cezalandırmak için kulp bulamayan siyasi iktidar tarafından başka (kendileriyle hiçbir ilişkisi olmayan) bir örgütün üyesi olmakla suçlandılar. Bu akıldışı suçlamalar, yine tümüyle çürük, uydurma, hukuk dışı “kanıt”lara dayandırıldı. Sanıkların çalışma notları çarpıtıldı, aylarca yapılan telefon dinlemelerinden cımbızlama yapılarak kanıtlar “üretildi”, demokratik zeminde yapılan eylemler yasadışı gibi gösterildi.

Dava süreci, 8 tahliye
Ancak iddianame öylesine tutarsız ve mantıkdışıydı ki, 2011 Ağustos’unda yapılan duruşmada sanıklar ve avukatları tarafından yapılan savunmalarla darmadağın oldu. Gerek basının gerekse yurtiçi ve yurtdışı kamuoyunun da katkısıyla bütün suçlamalar boşa çıkarıldı. Bunun sonucunda 12. Özel Yetkili Mahkeme heyeti tutuklu sanıklardan 8’inin serbest bırakılmasına karar verdi. Bırakılanların arasında TÖP Sözcüsü Oğuzhan Kayserilioğlu, SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan, Genel Başkan Yardımcıları Ecevit Piroğlu ve Günay Kubilay da vardı. TÖP ve SDP yöneticilerinin (diğer bırakılanların yanı sıra) tahliye edilmesi, bu örgütlerin DK ile herhangi bir ilişkisinin bulunmadığının mahkeme heyeti tarafından da kabul edildiğini ortaya koymuş oldu. Bu ise, 3. Dalga iddianamesinin bütünüyle çürütülmüş olması anlamına geliyordu.

500 gündür hala tahliye bekleyen 5 tutuklu var
Ancak ilk bakışta şaşırtıcı görünen bir durum ortaya çıktı. 3. Dalga DK operasyonu çerçevesinde tutuklananlardan bazıları, TÖP ve SDP yöneticileri bırakıldığı halde, tahliye edilmedi: Tuncay Yılmaz ve Semih Aydın (TÖP), İbrahim Turgut (SDP), Osman Baha Okar (Bilim ve Gelecek editörü), Hakan Soytemiz (Red yazarı).
Öyle görünüyor ki, Mahkeme Heyeti Savcılık iddianamesinin ne kadar hukuk dışı olduğunu fark etmiş olsa da, 3. Dalganın tüm tutuklu sanıklarını serbest bırakarak dava sürecini bir anda tümüyle anlamsız hale getirme cesaretini gösteremedi. Belki bundan daha önemli bir faktör ise, Hanefi Avcı’nın durumudur. Öyle anlaşılıyor ki, devlet içindeki iktidar mücadelesine karıştığı (ve altta kaldığı için) itibarsızlaştırılmak ve cezalandırılmak üzere hapse atılan Avcı’nın “cezası” henüz dolmamıştır. Avcı’yı bu davada hapiste tutmanın tek yolu, onunla DK arasında ilişki olduğu iddiasını “ima edecek” şekilde (çünkü gerçekte böyle bir şeyin olması mümkün değil) bazı sosyalistleri de içerde tutmaktır. Eğer söz konusu sosyalistler de serbest bırakılırsa, sözde DK üyesi olanlar tahliye edilmiş, onlara yardımcı olan Avcı ise içeride kalmış olacaktı. 
İşte sosyalist arkadaşlarımız böylesi hukuk dışı mülahazalarla yaklaşık 500 gündür hapiste tutuluyor. Arkadaşlarımızın DK ile en ufak bir ilişkisinin olmadığı, olamayacağı apaçık ortadadır. Onlar kendi siyasi görüşlerini açıkça savunmakta ve bu doğrultuda kendi örgütleriyle siyasi faaliyet yürütmektedir.
Bu, hukuki bir dava değil, siyasi bir davadır. AKP’nin her türlü sosyalist muhalefeti ezme politikasının bir parçasıdır.
Davanın 6 Şubat günü saat 10.00’da Beşiktaş Adliyesi’nde yapılacak duruşmasına yine kitlesel olarak katılacak, yoldaşlarımızın yanında olacağız. Bir kere daha adalet için mücadele edeceğiz.

Sıra Kimde İnisiyatifi
.

Hrant'ın arkadaşları basın toplantısına çağırıyor

Hatırlayacaksınız, Hrant Dink Davasının karara bağlanmasının hemen ardından “Bu dava biz bitti demeden bitmez” demiştik.
Gelişmeler ne kadar haklı olduğumuzu kanıtlıyor.
Bu yüzden bir basın toplantısı düzenledik. Orada mahkeme kararına itirazlarımızı tek tek ve dayanaklarını, kanıtlarını göstererek ve hükümetten beklentilerimizi, taleplerimizi madde madde sıralayarak sizlere sunacağız.
Gerek karar duruşması sırasında, gerek öldürülüşünün 5. yılındaki anma töereninde bizlere gösterdiğiniz dayanışma, konuya gösterdiğiniz olağanüstü duyarlıktan cesaret alarak sizleri basın toplantımıza katılmaya çağırıyoruz.
Bizi adalet arayışımızda yalnız ve desteksiz bırakmayacağınız güveni ve inancı ile...

Hrant’ın Arkadaşları

31 Ocak Salı günü
Saat 12.00’de
Cezayir Toplantı Salonu’nda
Hayriye Caddesi, No: 12
Galatasaray, Beyoğlu
(Galatasaray Lisesi’nin arkası)

27 Ocak 2012 Cuma

altın bamya 2011 adayları açıklandı (basın bildirisi)

Altın Bamya Akademisi ön jürisi 2011 yılında vizyona giren yerli sinema filmlerini değerlendirerek "Erkek Karakter, Kadın Karakter, Film ve Senaryo" dallarında geniş jürinin oylamasına açılacak 4. Altın Bamya Ödülleri adaylarını belirledi.
Ayrıca, Altın Bamya Ödülleri - İzleyici Bamyası Ödülü sinema seyircilerinin web sitesinden 1 Şubat - 16 Mart tarihleri arasında yapacağı online oylama ile verilecek.
Altın Bamya Ödülleri bir kez daha, Türkiye Sineması'ndaki erkek egemen bakışın ağırlığının aynadaki sureti olacak. Ve her yıl olduğu gibi bu yıl da, daha sonraki yıllarda bu sembolik ödülleri verecek aday film bulamamak dileğiyle verilecek. Altın Bamya Ödülleri, Türkiye Sineması'nda kadınlarla ilgili yanlış mitlerin, algıların, cinsiyetçi bakışın sinemada yeniden üretilip temsil edilmesine ve bu ayrımcılığın kanıksanır kılınmasına, kadınlara dair alanların daraltılmasına bir eleştiri, bir karşı duruş, bir söz söyleme isteğiyle ortaya çıktı.
Akademi bu yıl yine;
- Filmlerin anlamlar inşa ettiğinin, bu anlamların belirleyiciliğinin farkında olarak, bu anlamlara titizlikle bakarak,
- Haz ve dikizcilik üzerine kurulu görme biçimlerinden uzak durmaya gayret, haz ve dikizciliğe dayalı bir bakıştan imtina, sonuçlarından endişe ederek,
- Açı ve karşı açıya dikkat edip, "Kadın nereye bakıyor, erkek nereye? İkisinin arasındaki boşlukta cinsiyetçi bir tutum ya da patriarkal bir sinema var mı" sorularını sorarak,
- Kadınların 'özne' olduğu filmler görmeyi dileyerek,
- Cinsiyet eşitliğe inanıp, zihniyet ve üretimde; senaryoda, karakterde, kamerada görünür kılınan bir eşitlik hayaliyle
2011 yılında vizyona giren yerli sinema filmlerini değerlendirerek 4. Altın Bamya Ödülleri adaylarını belirledi.
4. Altın Bamya Ödülleri kategori ve adayları:
1. Erkek Karakter:
Erkeklerin filmlerde tüm anlam ve aksiyonun merkezi olma durumları, cinsiyetçiliğin en bariz yansımasıdır: hikâyelerin odağında erkekler ve onların güçleri, özellikle de kadınları (kadın karakterleri) olumsuzlama, nesneleştirme üzerinden kurulmaktadır.
Erkek karakteri canlandıran oyuncunun yorumu göz önüne alınmadan, erkek karakterin mutlaklaştırıp onayladığı "erkek" rol ve modelleri ve bunlarla özdeşleşildiği takdirde yaratacakları çok riskli anlamlar ve sonuçlar göz önüne alınmaktadır.
Erkek Karakter kategorisinde 2011 / 4. Altın Bamya adaylarımız:
-Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm (Behzat, Harun, Hayalet)
-Çınar Ağacı (Bütün Erkek Karakterler)
-Kurtlar Vadisi Filistin (Vadinin Tüm Kurtları)
2. Kadın Karakter:
Kadın, bir karakterdir, bir insandır. Gerçek bir karakter olarak ele alınıp işlenmedikçe hep erkek egemen bakışla resmedildikçe ve "tekinsiz, güvenilmez, şeytani, kötülüklerin anası, iyi kadın-kötü kadın, fedakâr anne, seyirlik, zayıf… vb." yanlış, eksik, özensiz ve zararlı temsilleri sürdükçe, kadınların bir bütün olarak beyaz perdeye yansıması mümkün olmamaktadır.
Bu kategori değerlendirilirken, kadın karakteri canlandıran oyuncunun yorumu göz önüne alınmadan, kadın karakterin ürettiği anlamlar, dolaşıma soktuğu okumalar, cinsiyetçi tutum, rol ve kalıpları ne derecede pekiştirip onayladığı göz önüne alınmaktadır.
Kadın Karakter kategorisinde 2011 / 4. Altın Bamya adaylarımız:
-Bir Avuç Deniz (Anne)
-Çınar Ağacı (Bütün Kadın Karakterler)
-Ya Sonra (Didem)
3. Senaryo:
Senaryo, sinemasal tüm öğeleri soyutlandığında ve sadece filme çekilmiş senaryo olarak okunduğunda bile cinsiyetçi izler taşıması, kadın ve erkek karakterlere adil ve eşitlikçi yaklaşmaması, bu tutumun diyaloglardan, karakterlere kadar her sahnesine sinmiş olması ve içerdiği cinsiyetçi unsurlar göz önüne alınarak değerlendirilmektedir.
Senaryo kategorisinde 2011 / 4. Altın Bamya adaylarımız:
-Çınar Ağacı
-Kurtlar Vadisi Filistin
-Ya Sonra
4. Film:
Film, ışıktan kadraja, kadın ve erkek karakterlerden yönetmenin yorumuna kadar tüm unsurlar, çelişki içermeyen cinsiyetçi "bütün" göz önüne alınarak değerlendirilmektedir.
Film kategorisinde 2011 / 4. Altın Bamya adaylarımız:
-Kaybedenler Kulübü
-Çınar Ağacı
-Ya Sonra
Erkek Karakter, Kadın Karakter, Film ve Senaryo kategorilerindeki adaylardan geniş jürinin oylaması sonucu kategorisinde en çok oyu alanlara ödülleri, izleyici ve jüri özel ödülleriyle birlikte 19 Mart'taki 4. Altın Bamya ödül töreninde verilecek
Altın Bamya Ödülleri'nin de katkısıyla Türkiye Sineması'ndaki cinsiyetçiliğin azalması ve sonraki yıllarda bu sembolik ödülü verecek aday bulamamak dileğiyle…

26 Ocak 2012 Perşembe

kocaeli'de 11 genç varolmayan bir örgüte üye olmak suçlamasıyla tutuklu

Kocaeli Körfez ilçesinde ikamet etmekteyim. 19 yaşındayım, lise mezunuyum. Ailemin geçim sıkıntısından dolayı bir petrol gözetim firmasında çalışmaktayım. Aynı zamanda üniversite giriş sınavına hazırlanmaktayım. Halkevi derneğinde folklor kursuna katılıyorum ve Halkevi üyesiyim.
                22 Kasım günü sabah 6 da ellerinde otomatik silahlarla polisler evimizi bastı, evimizi etrafı dağıtarak aradıktan sonra yasal olan, hakkında herhangi bir toplatma kararı bulunmayan 1 adet dergiye, yine hâlihazırda kitapçılarda satılan “devrimci gençlik” adlı kitabıma ve 2 adet bilgisayara el koydular. Evimde dergi ve kitaplara silah muamelesi yaparak tutuklanmama gerekçe gösterdiler.
                4 gün gözaltında kaldıktan sonra çıkarıldığımız Kocaeli Cumhuriyet savcılığından; Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan anmalarına, Hopa’da katledilen Metin Lokumcu protestosuna ve ulaşım zammı protestosuna katıldığım gerekçe gösterilerek; Yaşar Seğmen, Metin Kaya, İzzet Necati Henden, Mihrican Atalay, Özgür Katırcıoğlu, Cihan Yolcu, Doğancan Baran, Ufuk, İlke, Emre ve Musa isimli arkadaşlarımla birlikte tutuklandım.  9 kişi de tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
                Ben doğmadan önce var olan ve bugün var olmayan bir örgütün üyesi olup olmadığımız soruldu. Dünyada bir örneğine rastlanmayacak bir durumla karşı karşıya olduğumuzu bütün kamuoyu görürken maalesef Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm birimleri, olmayan bir örgüt yaratıp tutuklama gerekçesi yaptılar. Bu resmen bir komedidir. Polis ve savcı kurgular üzerinden iddianame hazırlayıp karşımıza çıkardı.
                Mahkeme soruşturmaya gizlilik kararı koyduğu için tam olarak hangi gerekçelerle        “ özel yetkili mahkeme”lerin huzuruna çıkarılacağımızı avukatlarımız, mağdur edilen ailelerimiz, kamuoyu ve F tipi zulmü ile karşı karşıya bırakılan bizler bilmiyoruz. Bu nedenle bu mektuba, bizlere isnat edilen suçları yazamıyorum.
                

 TUGAY ÇALIŞKAN            Kandıra 2 Nolu F Tipi Hapishanesi

davutpaşa'daki patlamada ölenlerin yakınları 4 yıldır adalet arıyor..

“Sizin hiç babanız-anneniz öldü mü? Benim bir kere öldü…” Sizin hiç  kardeşiniz, teyzeniz, dayınız, komşunuz, dostunuz,  yâriniz, canınızdan çok sevdiğiniz bir yakınınız öldü mü? Tam 4 yıl oldu. 4yıldır seslerine, kokularına, sıcaklıklarına, yarenliklerine hasretiz. 4 yıl önce Davutpaşa Maytap Atölyesi’nde meydana gelen patlamada canlarımızı kaybettik. 31 Ocak 2008’de. Dile kolay, 4 yıldır yakınlarımız toprak altında. 4 yıldır her gün yüreklerimizde meydana geliyor aynı patlama. 21 canımızı yitirdik, dile kolay. 130 canımız yaralandı. 4 yıldır her gün yüreklerimiz dağlanıyor. Hâlâ sesleri kulaklarımızda. Hâlâ iş çıkışlarını gözlüyoruz camlarda. Boğazımızdan geçen her lokmadalar. Dile kolay, 4 yıl, acımız taptaze.

Bütün kaygımız ve mücadelemiz, ekmek mücadelesinin işçinin hayatına mâl olmamasıdır. İşçi güvenliğinin sağlandığı, daha insani çalışma koşullarının yaratılmasıdır. Denetim sorumluluğu olanların görevlerini gereği gibi yapmasıdır.
4 yıldır haykırıyoruz: “İş kazası değil, bu bir Cinayet!” 4 yıldır haykırıyoruz: “Sorumlular yargılansın, Adalet istiyoruz!” 4 yıldır haykırıyoruz: “Davutpaşa’yı unutmadık, unutturmayacağız!”

Biliyoruz ki biraradalığımız sayesinde sorumlular adalet karşısına çıkarılıyorlar. Biliyoruz ki sesimiz güçlendikçe duyulur, görülür olacağız. Biliyoruz ki suskunlaşmış vicdanlara sesimiz güçlendikçe ulaşacağız. Biliyoruz ki adalet isteğimiz sen de yanımızda olduğun ölçüde güçlenecek.

Gözünüz, kulağınız, varlığınız, vicdanınız bizimle olsun.

28 Ocak 2012 Cumartesi 15:00’te “Davutpaşa’nın Külleri” belgeselini izlemeye, 29 Ocak 2012 Pazar günü 11:00'de patlama yerinde yapacağımız anma etkinliğine ve 29 Ocak Pazar 13:00’te Bayrampaşa Merkez Cami'nde okutacağımız Mevlide katılımınızı  bekliyoruz.

ÇARESİ YOK…BÜTÜN SORUMLULAR YARGILANACAK…İŞ KAZASI DEĞİL…BU BİR CİNAYET..!DAVUTPAŞAYI UNUTMADIK…UNUTTURMAYACAĞIZ..!

DAVUTPAŞA PATLAMASINDA HAYATINI KAYBEDEN VE YARALANANLARIN YAKINLARI

İdris Çabuk: 0533.748.58.36 -  Hakkı Güleç: 0535.577.35.69 - Hikmet Günalan: 0537.336.53.22  - Salih Temel: 0533.685.17.99 - Güssü Vural: 0538.285.89.44 - Memet Kara: 0535 784 48 39 -  Şamil Boyraz: 0536.945.53.72 - Nigar Bakkal: 0538.695.32.18 - Arzu Cesur: 0537.881.58.97 - Havva Bal: 0536.762.04.01- Mobin Vertan: 0537.256.87.92 - Ferhat Alkan: 0535.819.69.99 - Nafiye Akhun: 0536.349.23.97 - Neşe Saday: 0537.705.81.34 - Mustafa Şimşek: 0536.989.63.20 -  Fatime Tayranoğlu: 0537.252.53.21

24 Ocak 2012 Salı

lozan mübadillerine tören izni verilmiyor

Değerli basın mensubu,
Bu yıl; Balkan Savaşının 100., mübadelenin 89. Yıl dönümüdür.
Balkan Savaşı,  Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında, çatışmalarda ve göç yollarında yaşamını yitirenleri 29 Ocak 2012 Pazar günü Lozan Mübadilleri olarak Türkiye’nin dört bir yanında denize çiçek bırakarak,  toplantılar, paneller ve söyleşiler yaparak saygıyla anacağız.
30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ve Yunanistan arasında Türkiye’de yaşayan Rum-Ortodokslarla Yunanistan’da yaşayan Türk-Müslümanların karşılıklı zorunlu göçünü öngören “Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi” imzalandı.
Yunanistan’ın Balkan Savaşına girdiği tarih olan  18 Ekim 1912’den  itibaren yurtlarını terk etmiş olanları da kapsamına alan bu sözleşme ile 2.000.000 civarında insan doğdukları toprakları terk etmek zorunda kalmıştır.
Türkiye’ye deniz yoluyla gelen mübadillerin ve Balkan Savaşı muhacirlerinin ilk durağı,  iskan bölgelerine sevk edilmeden önce sağlık kontrollerinin yapılması için Tuzla Tahaffuzhanesi oldu. Marmara, Trakya, Karadeniz, İç Anadolu Bölgelerine iskan edilen mübadillerin büyük çoğunluğu Tuzla Tahaffuzhanesinde (Karantina)  bir süre misafir edildiler.  Mübadillerin ve Muhacirlerin belleklerinde Tuzla Tahaffuzhanesi çok önemli bir yer tutar. Anavatan Türkiye’nin onlara ilk kucak açtığı yer Tuzla Tahaffuzhanesidir.
Lozan Mübadilleri Vakfı ve Tuzlalı Mübadil kadınların kurmuş olduğu Tuzla Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği ile ortaklaşa, İstanbul’da,  29 Ocak 2012 Pazar günü bir anma etkinliği düzenledik.  “Savaşlarda ve göç yollarında yaşamını yitirenler anısına” Tuzla Tahaffuzhane iskelesinden denize çiçek bırakmak istiyoruz.
Tuzla Tahaffuzhanesi şu anda İstanbul Teknik Üniversitesine bağlı Denizcilik Fakültesi’nin Tuzla kampüsü içinde kalmaktadır. Tahaffuzhane iskelesinden Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Türk-Yunan Savaşı sırasında ve göç yollarında yaşamını yitirenler anısına denize çiçek bırakmak için İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörlüğüne yazılı olarak başvurarak izin istedik. Rektörlük başvurumuzu Denizcilik Fakültesi Dekanlığına havale etti. Dekanlık hiçbir gerekçe göstermeden bu insancıl talebimizi uygun bulmadığını bildirdi.
Dekanlığın ve Rektörlüğün bu insancıl talebimizi tekrar gözden geçirmelerini temin için girişimlerde bulunmaları ricası ile YÖK’e ve YÖK’ün bağlı bulunduğu Cumhurbaşkanlığı makamına başvurduk. Bu konuda henüz bir yanıt alamadık. Umarız bu insancıl talebimiz tekrar gözden geçirilir ve talebimiz uygun görülür.
Türkiye’de,  geçmişte yaşanan felaketlerin,  katliamların, göçlerin hatırlanmadığı/hatırlatılmadığı hep yazılıp, söylenir. Tarihsel hafıza zayıflığından söz edilir. Hatırlamak ve hatırlatmak isteyenlerin önüne ise çeşitli engeller çıkarılır.
Sayın basın mensubu,
Bu insancıl talebimizin kamuoyuna ve ilgililere duyurulması için ilginizi rica ediyoruz.
Saygılarımızla
Sefer Güvenç
Lozan Mübadilleri Vakfı
Genel Sekreteri
0542.641 52 80

11 Ocak 2012 Çarşamba

soruşturma nasıl yapılmalı-uğur mumcu (6 mayıs 1977)


1 mayıs olayı, türk basını için sınav günü oldu. bakınız bir kısım basın olayı nasıl çarptırdı, kamuoyunu aldatmak için hangi duyguları kullandı. bunları acıyla izliyoruz.


bu tür olaylarda, peşin değer yargılarından kaçınmak gerekir. çünkü peşin yargılar, çoğu kez, gerçeğin gizlenmesine yarar. düşüncenin yerini duygu, soğukkanlılığın yerini öfke alır. bu öfke ve duygu selinden ayrılmasak, gerçeği gün ışığına çıkaramayız. 


sağ güçler, bu olaydan çıkar sağlamaya çalışıyor. partiler, dernekleri trt’si yazar ve çizeri ile, disk’i sanık sandalyesine oturtmak, istanbul’un ilerici, namuslu ve yürekli belediye başkanı ahmet isvan’ı karalamak, bundan siyasal yarar sağlamak istiyorlar. buna meydan vermemek gerekiyor.


türkiye’de yıllardır bir oyun oynanıyor. bir plan adım adım uygulanıyor. önce, sağ kesim içinde, silahlı örgütler oluşturup, sol kesim üzerine saldırttılar. bu yetmedi... şimdi de, solu kendi içinde parçalamak, solu, yine solun bir “fraksiyonu” ile yıpratmak, yoketmek ve yozlaştırmak istiyorlar.


devrimci bilinç işte bugünler için gereklidir...


1 mayıs öncesinde bir sürü siyasal cinayet işlendi. istanbul’un orta yerinde genç insanları kurşun yağmuruna tutan eşkıya çetesinin bir üyesi bile yakalanamadı. sırtında bunca kara tabutu taşıyan istanbul valisi nasıl gönül rahatlığı içinde koltuğunda oturmaktadır?..


ileri basın olarak, 1 mayıs öncesindeki siyasal cinayetleri olduğu gibi, 1 mayıs olayını da didik didik edip, bunların suç belirtilerini, kanıtlarını, devletin bürokratlarına, bakanına, valisine, emniyet müdürüne, bir bir sormalıyız...


dört beş gündür gazetelerde okuyorsunuz. intercontinental oteli’nden kalabalığa ateş açıldığı söyleniyor. bu konuda herhangi bir soruşturma yapılmış mıdır? bu otelin “güvenlik amiri” emniyet genel müdürlüğü eski yardımcılarından ve istanbul emniyet eski müdür vekillerinden mehmet akzambak’a herhangi bir soru yönetilmiş midir?


1955 yılının 6/7 eylül olaylarına yol açan olay selanik’te atatürk’ün doğduğu eve bomba atılmasıydı. yassıada duruşmalarında, bu bombanın bir güvenlik görevlisi olan, oktay ergin tarafından konduğu anlaşılmıştı. yassıada duruşmalarına kadar 6/7 eylül olaylarının “solcular” tarafından yapıldığı ileri sürüldü. ileri sürülmek ne kelime, birçok solcu bu gerekçeyle tutuklanmış, aylarca hücrelerde yatırılmıştı...


atatürk’ün selanik’teki doğduğu eve bomba koyan güvenlik görevlisi oktay ergin, şimdi nerdedir dersiniz? emniyet genel müdürlüğü güvenlik dairesi başkanlığında... oktay ergin, 1 mayıs toplantısı ile ilgili önlemlerin alınmasında ve uygulanmasında en önemli görevlerden birini üstlenmişti. 


sanırız, oktay ergin’de bu konuda çok yararlı bilgiler vardır...


burada belirli kişileri suçlamak amacı gütmüyorum. fakat, bu olay, enine boyuna, bütün ayrıntılarıyla incelenmeli ve her belirti, her kanıt, kamuoyu önünde tartışılmalıdır...


intercontinental oteli ile sular idaresi duvarından ateş açanlar yakalanmış mıdır?... bunu kimden soralım? emniyet genel müdürlüğünden mi, güvenlik dairesi başkanlığından mı? istanbul valisinden mi? kimden?... 

kadın örgütleri ailenin korunmasına dair kanunda yapılacak değişikliğe tepkili





CANIMIZ ÜZERİNDEN “PAZARLIK” EDİLMESİNİ KABUL ETMİYORUZ!

4320 sayılı “Ailenin” Korunmasına Dair Kanunda değişiklik yapılmasının gündemde olduğunun, üstelik yeni düzenlemenin kadın örgütleriyle birlikte yapılacağının duyurulması, kadına yönelik şiddetin rakamlara sığmadığı şu günlerde, hükümet tarafından nihayet adım atılacağına dair bir umudun doğmasına neden olmuştu. Bu nedenle kadın örgütleri; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın çağrılarına olumlu cevaplar verdi, toplantılara katıldı. Görüş, öneri ve taleplerini ısrarla iletti. Ne var ki geldiğimiz nokta ancak hayal kırıklığı olarak tanımlanabilir. Görüşmelerdeki olumlu havanın aksine; taslak pek çok kez değişikliğe uğradı ve özellikle Başbakanlığa sunulmasının ardından adım adım kadın örgütlerinin önerilerinden uzaklaşarak, kadınların aleyhine maddeler içerir bir hale büründü. Son taslak,  Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından  10.01.2012 tarihinde yayınlandı. Şaşırarak ve öfkelenerek gördük ki; taslak bu zamana kadar yapılan önerilerin pek çoğunu dikkate almadığı gibi, daha önce var olmayan pek çok yeni sorunu da içeriyor. Üstelik şu an yürürlükte olan Yasanın bile gerisinde… Kabul edilemez bir halde...

10 Ocak 2012 Salı

12 eylül iddianamesi anadolu ajansı özeti bölüm 2

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin, 12 Eylül askeri darbesine ilişkin dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya hakkında hazırladığı iddianamede, darbeyle TBMM'ye, Cumhuriyet Senatosuna ve cumhurbaşkanına ait yetkilere cebren el konulduğu ifade edildi.

İddianamede, 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde, Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel'in hükümet kurduğu dönemlere de yer verilerek, o günlerin Türkiye'sinin, ekonomik çöküntü içerisinde olduğu, terör olaylarının günden güne tırmandığı kaydedildi.

Askeri müdahale fikrinin 1979 Temmuz ayında ordunun üst kademelerince konuşulmaya başlandığı, Kenan Evren'in kuvvet komutanlarıyla görüşmeler yaptığı anlatılan iddianamede, Evren'in yaptığı görüşmelerde Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Haydar Saltık'tan bir çalışma grubu kurmasını istediği ifade edildi.

İddianamede, 21 Aralık 1979'da, Kenan Evren'in kuvvet komutanları, Harp Akademileri komutanı, ordu ve kolordu komutanlarının katılımlarıyla toplantılar yaptığı, 26 Aralık 1979'da hükümetteki parti liderleriyle, diğer siyasi parti liderlerine ''uyarı mektubu'' verilmesinin kararlaştırıldığı ifade edildi.

Kenan Evren'in, 27 Aralık 1979'da, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'in, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu'nun, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzalarını taşıyan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşünü içeren bir ''uyarı mektubunu'', Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e verdiği belirtilen iddianamede, Korutürk'ün de 2 Ocak 1980'de Başbakan ve Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Süleyman Demirel ile CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'i, Çankaya Köşküne davet ederek, bu mektubun örneğini iki lidere verdiği kaydedildi.

Cumhurbaşkanı Korutürk'e verilen ''Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görüşü'' başlıklı uyarı mektubunun da yer aldığı iddianamede, ''Türk Silahlı Kuvvetleri ve onun komuta kademesinin, içerisinde bağlı oldukları başbakanın da bulunduğu siyasi parti liderlerine göndermiş olduğu mektupta, 'Türk Silahlı Kuvvetleri;... uzlaşmaz tutumlarını sürdüren siyasi partileri uyarmaya karar vermiştir' ifadesini kullanması, cumhuriyet tarihimiz boyunca askeri darbe gerekçesi olarak kullanılan İç Hizmet Kanunu'nu da hatırlatarak uyarması demokratik rejim açısından tehdittir'' denildi.


-Darbeye hazırlık süreci-


Askeri darbe planı hazırlıklarını tamamlayan Orgeneral Saltık'ın 4 Haziran 1980'de Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'e sunduğu ''Bayrak Harekatı'' adı verilen planın Evren tarafından incelendiği anlatılan iddianamede, 1 Temmuz 1980'de komuta kademesince yapılan toplantıda darbe günü olarak 11 veya 12 Temmuz'un belirlendiği, ancak darbenin bu tarihte gerçekleştirilemediği ifade edildi.

10 ocak 2012 dink davası-savcının konuşması:"dink ermeni olduğu için öldürülmedi" (aa ara haberi)

İSTANBUL (A.A) - 10.01.2012 - Hrant Dink ailesinin avukatlarından Fethiye Çetin'in mahkemeye sunduğu TİB kayıtlarıyla ilgili tedbir taleplerinin de olduğu dilekçeye ilişkin görüşü sorulan Cumhuriyet savcısı Hikmet Usta, ''HTS kayıtlarına göre kimseyi cinayetle suçlamanın mümkün olmadığını ve olay yerindeki her konuşmanın da suçla irtibatlandırılamayacağını'' söyledi.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden duruşmada, Cumhuriyet savcısı Hikmet Usta'dan, Dink ailesinin avukatlarından Fethiye Çetin'in öğle arası verilmeden mahkemeye sunduğu, ''TİB kayıtlarında yaptıkları inceleme sonucu, cinayetin meydana geldiği olay yerinde davanın tutuksuz sanıkları Mustafa Öztürk ve Salih Hacısalihoğlu ile doğrudan irtibatlı olan telefon numaralarıyla çok sayıda görüşme yapıldığını tespit ettikleri'' iddiası ve ''kayıtların muhafaza altına alınması için tedbir konulması'' taleplerinin yer aldığı dilekçeye karşı görüşü soruldu.

Savcı Usta, müdahil avukatlarının incelemede bulunduklarını belirttikleri TİB kayıtlarına ilişkin Emniyet beyanlarının henüz bulunmadığını belirterek, öğlen arasında emniyet birimlerinin kendilerine, ''avukatların iddia ettiği gibi davanın tutuksuz sanıkları Mustafa Öztürk ve Salih Hacısalihoğlu'nun irtibatlarının, olay günü yapılan görüşmelerden kaynaklanmadığı'' yönünde bildirimde bulunduğunu söyledi.

Usta, Emniyet'ten bu konuya ilişkin detaylı bir rapor bekleyeceklerini de ifade etti.


-''TİB kayıtlarının incelenmesinde Emniyet'in hatası yok''-


TİB kayıtları incelemesinde Emniyet'in bir hata ve kastının olduğunu düşünmediğini aktaran savcı Usta, HTS kayıtlarına göre kimseyi cinayetle suçlamanın mümkün olmadığını ve olay yerindeki her konuşmanın da suçla irtibatlandırılamayacağını ifade etti.

Dink ailesi avukatlarının, duruşmadaki beyanlarında sıkça kendilerine atıfta bulunduklarını hatırlatan Usta, Dink cinayeti olayının, öncesi ve sonrasındaki cinayetlerden soyutlanarak düşünülemeyeceğini, Dink cinayetini, Trabzon'da rahip Santoro'nun öldürülmesi ve Malatya'da Zirve Yayınevi katliamıyla birlikte değerlendirmek gerektiğini, birlikte değerlendirilmemeleri durumunda yanlış sonuçlara gidileceğini ifade etti.

Savcı Hikmet Usta, Dink cinayetinin, 3-5 gencin, galeyana gelerek gerçekleştirdiği bir eylem olarak düşünülmemesi gerektiğini belirterek, bu cinayetin, diğer olaylarla birlikte değerlendirilmemesi durumunda, sistematik bir düşmanlıktan kaynaklanan cinayet gibi görüleceğini ve bunun da doğru olmadığını söyledi. Usta, müdahil avukatlarının devlet içinde yapılanan ve yasa dışı faaliyetlerinden dolayı yargılaması yapılan ''Egenekon'' örgütlenmesini kabul ederken, devleti katil olarak gösteren düşünce sergilemelerinin garabet olduğunu dile getirdi.


-''Dink, Ermeni olduğu için değil, hedef seçildiği için öldürüldü''-


Hrant Dink'in, ölmeden önce yazılarında barışı ve birlikte yaşamayı dile getirdiğini, 'soykırım' kelimesinin kullanılmasına bile karşı çıktığını belirten Usta, Dink'in Ermeni olduğu için değil, kaos ortamı yaratmak isteyenler tarafından, diğer olaylardaki gibi hedef seçildiği için öldürüldüğünü aktardı.

Usta, ''Terör, etnik köken ve din ayrımı yapmaz. Amacına ulaşmak için her yolu mubah sayar. Müdahil avukatlar, sadece Dink cinayeti perspektifinden değerlendirme yapmaları nedeniyle resmin bütününü göremiyorlar. Duruşmada, cinayetle ilgisi olmayan konular da gündeme gelmiştir'' ifadelerini kullanarak, avukatların iddialarına rağmen, daha önce verdiği mütalaanın arkasında olduğunu ve tekrar ettiğini söyledi.

12 eylül iddianame anadolu ajansı özeti bölüm 1 (deliller, değerlendirme, olaylar)

ANKARA (A.A) - 10.01.2012 - 12 Eylül askeri darbesine ilişkin iddianamede, dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile Emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın ''Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Tamamını veya Bir Kısmını Değiştirmeye veya Ortadan Kaldırmaya ve Anayasa İle Teşekkül Etmiş Olan Türkiye Büyük Millet Meclisini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasına Engel Olmaya Cebren Teşebbüs Etmek'' suçunu işledikleri kaydediliyor.

Özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekili Hüseyin Görüşen, Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin'in hazırladığı iddianamenin Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesince saat 10.40 itibarıyla kabul edildiğini bildirdi.

Mahkemenin sanıklar hakkındaki adli kontrol talebini henüz karara bağlamadığını belirten Görüşen, duruşma gününün de tensiple birlikte belirleneceğini kaydetti.

İddianamede, 1 numaralı sanık 11 Ekim 1925 doğumlu Ali Tahsin Şahinkaya, 2 numaralı sanık ise 1 Ocak 1918 doğumlu Ahmet Kenan Evren olarak yer aldı.

Sanıkların, ''Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Tamamını veya Bir Kısmını Değiştirmeye veya Ortadan Kaldırmaya ve Anayasa İle Teşekkül Etmiş Olan Türkiye Büyük Millet Meclisini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasına Engel Olmaya Cebren Teşebbüs Etmek'' suçlarını işledikleri ifade edilen iddianamede, 2 Ocak 1980 ile 12 Eylül 1980-6 Aralık 1983 arası suç tarihi olarak gösterildi.

Suç yerinin Ankara olduğu belirtilen iddianamede, sanıkların, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmaları isteniyor.


-Deliller-


İddianamede, ''deliller'' ise şöyle sıralandı:

''İddianame, müşteki beyanları, Mehmet Demir adlı kişinin gönderdiği 1 adet DVD, TBMM Kanunlar ve Kararlar Başkanlığının 29 Kasım 2011, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 27 Aralık 2011 tarihli yazıları ve ekleri, Kahramanmaraş Eski Belediye Başkanı Ahmet Uncu ve Çorum eski Valisi tanık Rafet Üçelli'nin ifade tutakları, Aksiyon Dergisinin 770. sayısı, 201552 sayılı 1980 tarihli 'Bayrak Harekat Direktifi' başlıklı 21 sayfadan ibaret 'Çok Gizli' ibareli belge, Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca Kenan Evren hakkında Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu tarafından hazırlanan iddianame, sanıkların avukatlarınca verilen savunma dilekçesi, TBMM Genel Sekreterliği Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı Kanunlar ve Kararlar Müdürlüğünün 10 Haziran 2011 tarihli 64982 sayılı ekinde 5 Haziran 1977'de yapılan milletvekili genel seçimlerinde Millet Meclisi 5. Dönem üyeliğine seçilen milletvekillerine ilişkin listenin bulunduğu yazı, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünün temin etmiş olduğu 12 Eylül 1980 Askeri darbesi ile ilgili gazeteci yazar Mehmet Ali Birand tarafından hazırlanan 12 Eylül Belgeselinin bulunduğu 4 adet DVD, Şahinkaya'nın ifade tutanağı ve ifadeye ilişkin 2 adet mini DVD kaset ve 2 adet DVD, Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğünün 1 Haziran 2011 tarihli ve 5897 sayılı ekinde 13 Kasım 1979'da göreve başlayan Bakanlar Kurulu listesi ile kabinedeki değişikliklerin yer aldığı Resmi Gazete nüshalarının ilgili bölümleri, Kenan Evren'in ifade tutanağı ve ifadenin kaydına ilişkin 1 adet DVD, 12 Eylül 1980 tarihli 17103 mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 12 Eylül Askeri darbesiyle ilgili bildirilere ilişkin Resmi Gazete çıktısı (Ülke yönetimine el konulduğuna ilişkin ilk bildiri olan 1 numaralı bildiri ile 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 numaralı bildiriler ve Kenan Evren'in basına açıklamasına ilişkin belge), 16 Ekim 1981 tarihli 17486 mükerrer sayılı, 28 Ekim 1980 tarihli 17145 sayılı, 12 Aralık 1980 tarihli 17188 mükerrer sayılı, 5 Haziran 1981 tarihli 17361 sayılı Resmi Gazetelerde yer alan 2533 sayılı, 2324 sayılı, 2325 sayılı, 2356 sayılı kanunlar, Milli Güvenlik Konseyinin 52 sayılı kararı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından yayınlanan ''İşkence Dosyası Gözaltında ya da Cezaevinde Ölenler'' isimli kitap, sabıka ve nüfus kayıtları ve tüm dosya kapsamı.''