10 Ocak 2012 Salı

12 eylül iddianamesi anadolu ajansı özeti bölüm 2

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin, 12 Eylül askeri darbesine ilişkin dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya hakkında hazırladığı iddianamede, darbeyle TBMM'ye, Cumhuriyet Senatosuna ve cumhurbaşkanına ait yetkilere cebren el konulduğu ifade edildi.

İddianamede, 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde, Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel'in hükümet kurduğu dönemlere de yer verilerek, o günlerin Türkiye'sinin, ekonomik çöküntü içerisinde olduğu, terör olaylarının günden güne tırmandığı kaydedildi.

Askeri müdahale fikrinin 1979 Temmuz ayında ordunun üst kademelerince konuşulmaya başlandığı, Kenan Evren'in kuvvet komutanlarıyla görüşmeler yaptığı anlatılan iddianamede, Evren'in yaptığı görüşmelerde Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Haydar Saltık'tan bir çalışma grubu kurmasını istediği ifade edildi.

İddianamede, 21 Aralık 1979'da, Kenan Evren'in kuvvet komutanları, Harp Akademileri komutanı, ordu ve kolordu komutanlarının katılımlarıyla toplantılar yaptığı, 26 Aralık 1979'da hükümetteki parti liderleriyle, diğer siyasi parti liderlerine ''uyarı mektubu'' verilmesinin kararlaştırıldığı ifade edildi.

Kenan Evren'in, 27 Aralık 1979'da, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'in, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu'nun, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzalarını taşıyan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşünü içeren bir ''uyarı mektubunu'', Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e verdiği belirtilen iddianamede, Korutürk'ün de 2 Ocak 1980'de Başbakan ve Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Süleyman Demirel ile CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'i, Çankaya Köşküne davet ederek, bu mektubun örneğini iki lidere verdiği kaydedildi.

Cumhurbaşkanı Korutürk'e verilen ''Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görüşü'' başlıklı uyarı mektubunun da yer aldığı iddianamede, ''Türk Silahlı Kuvvetleri ve onun komuta kademesinin, içerisinde bağlı oldukları başbakanın da bulunduğu siyasi parti liderlerine göndermiş olduğu mektupta, 'Türk Silahlı Kuvvetleri;... uzlaşmaz tutumlarını sürdüren siyasi partileri uyarmaya karar vermiştir' ifadesini kullanması, cumhuriyet tarihimiz boyunca askeri darbe gerekçesi olarak kullanılan İç Hizmet Kanunu'nu da hatırlatarak uyarması demokratik rejim açısından tehdittir'' denildi.


-Darbeye hazırlık süreci-


Askeri darbe planı hazırlıklarını tamamlayan Orgeneral Saltık'ın 4 Haziran 1980'de Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'e sunduğu ''Bayrak Harekatı'' adı verilen planın Evren tarafından incelendiği anlatılan iddianamede, 1 Temmuz 1980'de komuta kademesince yapılan toplantıda darbe günü olarak 11 veya 12 Temmuz'un belirlendiği, ancak darbenin bu tarihte gerçekleştirilemediği ifade edildi.


Askeri şuranın Ağustos 1980'de yapıldığı, burada askeri darbenin komuta kademesinin belirlendiği anlatılan iddianamede, komuta kademesince 26 Ağustos 1980'de gerçekleştirilen toplantıda harekatla ilgili son kontrollerin yapıldığı, ikinci kez harekat zamanı olarak 12 Eylül'ün belirlendiği kaydedildi.

Askeri Harekatın tarih ve saatinin, planda ''G'' günü, ''S'' saati olarak kodlandığına yer verilen iddianamede, 5 Eylül 1980'de Genelkurmay Başkanlığından çıkan kuryelerin, harekatın ''12 Eylül-saat 04.00''te yapılacağını belirten emrin bulunduğu zarflarla Türkiye'nin dört bir yanına hareket ettiği belirtildi.


-12 Eylül Askeri Darbesi ve Sonrası-


İddianamede, 12 Eylül 1980'de saat 03.59'da TRT'de, Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzasıyla yayınlanan Milli Güvenlik Konseyi'nin bir numaralı bildirisine yer verilerek, bildiride, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin emir-komuta zinciri içerisinde ülke yönetimine el koyduğu, parlamento ve hükümeti feshederek sıkı yönetim ilan ettiği, yurt dışına çıkışları yasakladığının yer aldığı kaydedildi.

İddianamede, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yayımladığı ''4 numaralı'' bildiride, Milli Güvenlik Konseyinin, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluştuğu ve Milli Güvenlik Konseyi sekreterliğine Orgeneral Haydar Saltık'ın atandığının belirtildiği aktarıldı.

İddianamede, 2324 Sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun 2. maddesinde yapılan ''Anayasada Türkiye Büyük Millet Meclisine, Millet Meclisine ve Cumhuriyet Senatosuna ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren geçici olarak Milli Güvenlik Konseyince ve Cumhurbaşkanına ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler de Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanınca yerine getirilir ve kullanılır'' düzenlemesiyle, TBMM'ye, Cumhuriyet Senatosuna ve cumhurbaşkanına ait yetkilere cebren el konulduğu savunuldu.

12 Eylül askeri yönetimince ülkenin tamamının denetim ve kontrol altına alındığı, siyasi partilerin faaliyetlerinin yasaklandığı, 16 Ekim 1981 tarihinde çıkarılan 2533 sayılı Kanunla başta Atatürk'ün kurduğu CHP olmak üzere bütün partilerin kapatılarak siyasi partiler ve yan kuruluşlarının bütün mallarının hazineye devredildiği anlatılan iddianamede, 11 Eylül 1980'de parlamento üyesi bulunan siyasi parti mensupları ile her kademedeki siyasi parti yönetici ve mensuplarının, sözlü veya yazılı beyanda bulunmalarının, makale yazmalarının, toplantı yapmalarının, sıkıyönetim komutanlıklarının koyduğu yasakları ve aldığı kararları herhangi bir şekilde tartışılmasının yasaklandığı belirtildi.


-''30 bin memurun görevine son''-


  Askeri darbeden sonra Türkiye'nin 13 sıkıyönetim bölgesine ayrıldığına yer verilen iddianamede, basına uygulanan sansüre ilişkin, dönemin gazetecilerinden Nadir Nadi'nin ifadelerine ve 14 Eylül 1980'de TRT'ye gönderilen emirlere yer verildi.

Toplum üzerinde kurulan baskı ve yayın yasaklarıyla düşünce hürriyetinin tamamen ortadan kaldırıldığı ifade edilen iddianamede, şu bilgilere yer verildi:

''Bu dönemde 1402 sayılı sıkıyönetim kanuna dayanılarak hiçbir yargı kararı olmadan 30 bin memurun görevine son verildi. 7233 memur bölgelerinin dışına gönderildi. 300 bin kişiye sakıncalı oldukları gerekçesiyle pasaport verilmedi. Pasaport verilmeyenler içerisinde Türk Halk Müziği sanatçısı Ruhi Su da vardı. Kanser hastalığına yakalanan Ruhi Su pasaport verilmediği için tedavi olamadı ve yaşamını yitirdi. 12 Eylül yönetimi tarafından yurt dışına kaçan 14 bin kişi vatan haini oldukları gerekçesiyle vatandaşlıktan çıkarıldı.''


12 Eylül askeri darbesine ilişkin olarak hazırlanan iddianamede, 12 Eylül Döneminin 2. Ordu Komutanı Bedrettin Demirel'in 1987'de verdiği bir mülakattaki, ''12 Eylül'ün geç yapıldığına inanıyorum. Arkadaşlarımın çoğu 'Tam olgunlaşsın, millet tarafından tasvip edilsin' dediler. Bana kalsaydı en az bir yıl önceden yapardım'' sözleri aktarılarak, ''Bu sözlerden, şüphelilerin darbe yapmaya yaklaşık bir yıl önceden karar verdikleri, yapılacak askeri darbenin halkın gözünde meşru görülebilmesi için terör ve anarşi olaylarının üzerine bilerek gitmedikleri, şüphelilerin darbe yapmak için bir yıl şartların olgunlaşmasını bekledikleri, darbe için fırsat kolladıkları anlaşılmaktadır'' denildi.

İddianamede, ''askeri darbe yönetimince gözaltında ve cezaevlerinde uygulanan işkencelere ilişkin olarak işkence mağdurlarının beyanlarına'' yer verildi.

Buna dair başlık altında, bazı kişilerin, konuyla ilgili olarak basın-yayın organlarına verdiği demeçlerden alıntılar yapıldı, bazı kişilerin ise soruşturma sürecinde savcılığa müşteki olarak verdiği ifadeler aktarıldı.

Bu kişiler arasında, eski BBP Genel Başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu ile Nimet Tanrıkulu, Namık Kemal Zeybek, İbrahim Ünal, Yaşar Yıldırım, Celalettin Can, 12 Eylül döneminde idam edilen Erdal Eren'in amcasının oğlu Gökhan Eren, Yaşar Okuyan, Emek Partisi Genel Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Yalçıner, eski Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Mahir Kadir Damatlar, Oğuzhan Müftüoğlu, Yılma Durak, İbrahim Ünal, Selim Dindar, Orhan Miroğlu, Abdurrahman Yücel, Mustafa Kahya, Yılmaz Kızılırmak, Yener Turan, Reşat Keskin, Metin Terzi, Cumhur Yavuz ve Osman Başer yer aldı.

12 Eylül Döneminin 2. Ordu Komutanı Bedrettin Demirel'in, 5 Temmuz 1987'de Milliyet Gazetesinden Yener Süsoy'a verdiği mülakattaki, ''12 Eylül'ün geç yapıldığına inanıyorum. Arkadaşlarımın çoğu 'Tam olgunlaşsın, millet tarafından tasvip edilsin' dediler. Bana kalsaydı en az bir yıl önceden yapardım. Bir yıl çok kan aktı'' sözlerine dikkat çekilerek, ''Bu sözlerden, şüphelilerin darbe yapmaya yaklaşık bir yıl önceden karar verdikleri, yapılacak askeri darbenin halkın gözünde meşru görülebilmesi için terör ve anarşi olaylarının üzerine bilerek gitmedikleri, şüphelilerin darbe yapmak için bir yıl şartların olgunlaşmasını bekledikleri, darbe için fırsat kolladıkları anlaşılmaktadır'' denildi.


-Sanık Evren'in sözleri-


İddianamede, ''12 Eylül askeri darbesinin baş sorumlusu şüpheli Kenan Evren''in 1 Mart 2006'da Kanal D'deki Genç Bakış programındaki şu sözlerine de bir kitaptan alıntılanarak, yer verildi:

''Yahu sorsanıza... İşkenceyi sorsanıza. Asıl bunları sormanız lazım. Evet itiraf ediyorum. Hapishanelerde işkencelere engel olamadık. Birçok insan bu yüzden sakat kaldı, öldü. O kadar rica ettik. Yapmayın filan diye. Ama bizi dinlemediler. O gardiyanlar yok mu; ah o gardiyanlar... Onlar yapıyorlardı. Çünkü 12 Eylül'den önce seslerini çıkaramıyorlardı. Mahkumlar hep onları dövüyorlardı. 12 Eylül olunca başlarına teğmenler falan diktik. Fırsat ellerine geçince gardiyanlar da ne yapsınlar? İşkence yaptılar. Fena muamelede bulundular. Çok rica ettik, yapmayın falan dediysek de maalesef dinletemedik, bu müessif olaylar oldu.''

12 Eylül askeri darbe dönemindeki gözaltı merkezleri ve cezaevlerinde uygulanan işkence yöntemlerinin tek tek sıralandığı iddianamede, darbeyle birlikte gözaltı işlemlerinde delil elde etme yöntemi olarak ifade, istenilen ifadeyi vermeyenler için ise işkencenin tek yöntem olarak benimsendiği belirtildi.

Gözaltına alınan ya da yakalanan kişiler sağ görüşlüyseler sol görüşlü polis ve askerlerden oluşturulan işkence ekipleri, sol görüşlüyseler sağ görüşlü polis ve askerden oluşturulan işkenceci ekipler tarafından sorgulara tabi tutuldukları aktarılan iddianamede, gözaltında ve cezaevinde keyfi ve sistematik işkencenin olduğu, cezaevlerinde ''eğitim'' adı altında bir kısım hareketler ve marşların mahkumlara psikolojik baskı ve işkence yöntemi olarak kullanıldığı anlatıldı.


-Sistematik işkencenin merkezleri-


Diyarbakır Askeri Cezaevi ile Mamak Askeri Cezaevinin, sistematik işkencenin merkezi haline getirildiği belirtilen iddianamede, Ankara Emniyet Müdürlüğündeki DAL'ın (Derin Araştırma Laboratuvarı), Adıyaman'da Pirin Palas Hapishanesinin ve İstanbul Gayrettepe'nin öne çıkan işkence merkezlerinden olduğu vurgulandı. İddianamede, ''Sayılan bu yerler öne çıkmakla birlikte, ülkede tüm gözaltı ve cezaevlerinin o dönemde bu şekilde kullanıldığı ortaya çıkmaktadır'' denildi.

Diyarbakır Cezaevinde İç Güvenlik Komutanı Esat Oktay Yıldıran, Mamak Askeri Cezaevinde ise İç Güvenlik Komutanı Raci Tetik'in bulunduğu ve işkence emirlerini verdikleri ifade edilen iddianamede, Ankara Emniyeti'nde ise polis amirleri Zeki Kaman ve Dürüst Oktay'ın işkence uygulamalarında öne çıktığı bildirildi.


-191 kişi öldü-


İddianamede, ''12 Eylül askeri darbesinin ardından cezaevleri ve gözaltı merkezlerinde insanlık dışı uygulamaların sonucunda ölümler meydana geldi. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile yönetimin şeklen de olsa sivillere devredildiği 1983'e kadar gözaltı ve cezaevinde ölenlerin toplam sayısı 191 kişiydi. Bunlardan 5'i cezaevinde açlık grevinde, 1 tanesi de işkence sonucunda hastalanıp ölmüştü. Sadece 12 Eylül 1980 tarihiyle 31 Aralık 1980 tarihi arasında cezaevinde ölenlerin sayısı 43 kişiydi'' ifadeleri yer aldı.


12 Eylül askeri darbesi nedeniyle açılan davanın iddianamesinde, sanıklar Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın, soruşturma aşamasındaki ifadelerinde, eylemlerini, ''Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesine dayanarak gerçekleştirdiklerini'' ifade ettikleri belirtilerek, ''35. madde, hiç kimseye demokratik düzeni ortadan kaldırarak, diktatörlük kurmaya yol açacak bir askeri darbe yapma yetkisi vermemektedir'' denildi.

İddianamede, 12 Eylül 1980 öncesi terör olaylarına bakıldığında, olayların toplumu kaosa, iç çatışmaya sürükleyerek ülkeyi yönetilemez hale getirip, askeri darbeye zemin hazırlamak ve yönetimi ele geçirmek isteyen devlet içindeki derin yapıların yönlendirmesi ve kurgulamasıyla çıkarılmış terör olayları olduğu, devlet içindeki etkili güçlerin, olaylarda güvenlik güçlerinin etkin olarak görev yapmasını engellediği, güvenlik güçlerinin bazı olaylarda kullanıldığı, bu kadar organize ve geniş çaplı olayların devlet içinde örgütlenmiş illegal güçlerin planlaması ve iştiraki olmadan yapılamayacağı ifade edildi.

Sanıkların darbe yapmaya yaklaşık bir yıl önceden karar verdikleri, her halükarda ülke yönetimini cebren ele geçirmek niyetinde oldukları, yapılacak askeri darbenin halkın gözünde meşru görülebilmesi için terör olaylarının üzerine bilerek gitmedikleri, müdahale etmedikleri veya tertiplenen olay amacına ulaştıktan sonra müdahale ettikleri, darbe için bir yıl şartların olgunlaşmasını beklediklerinin anlaşıldığı kaydedilen iddianamede, ''12 Eylül askeri yönetiminin, gözaltına alınan sağ ve sol görüşlü kişileri aşırı fraksiyonların etkisinde kalmış, dolayısıyla topluma zararlı, yola getirilmesi gereken kişiler olarak gördüğü'' bildirildi.

İddianamede, şu ifadeler kullanıldı:

''Bu nedenle gözaltı ve cezaevlerinde uygulanan yöntemlerle kişiliklerini ezip ortadan kaldırarak toplumu tektipleştirmek istemiştir. Bu amaçla cezaevlerinde 'karıştır-barıştır' denilen yöntemle sağ ve sol görüşlü kişileri aynı koğuş ve hücrelere koyup zorla yaptırmış oldukları bir kısım hareketler, bir kısım marşların ve konuların zorla öğretilmesi ve ezberlettirilerek yüksek sesle söylettirilmesi suretiyle düşünce ve farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışmışlar, bu yöntemleri de bir işkence yöntemi olarak uygulamışlardır.''


-Evren'in ifadesi-


İddianamede, Kenan Evren'in soruşturma aşamasındaki ifadesine de yer verildi.

İddianameye göre Evren, ifadesinde, 12 Eylül 1980 öncesinde ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve siyasi durumu özetleyerek, anayasal kurumların görevini yapamaz hale geldiğini, ülkenin felç olduğunu, bu nedenle yönetime el koymak durumunda kaldıklarını anlattı.

''Ülke yönetimine el koymayı istemediklerini, bu nedenle uzun süre beklediklerini'' söyleyen Evren, ''o zaman ülkenin içinde bulunduğu durumu gözeterek, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmetler Kanunu'nun 35. maddesinin ülke yönetimine el koyma yetkisi verdiğini kendisini ve diğer komutanlar olarak değerlendirdiklerini, bu yetkinin şartlar itibariyle sahip oldukları kanaatine vardıklarını'' bildirdi.

Ülke yönetimine el koyduktan sonra TBMM ve hükümetin feshedildiğini, kesinti olmaması için bu yetkileri kullanacak kurumlara ihtiyaç olduğunu, bu nedenle TBMM, Senato, cumhurbaşkanına ait yetkileri, oluşturulan Milli Güvenlik Konseyine geçici olarak verdiklerini ifade eden Evren, ardından oluşturdukları Danışma Meclisine görevleri devrettiklerini ve parlamenter sistemi esas aldıklarını savundu.

''TSK'nın, insanların ölümünü bekleyip, sonuçta bunu fırsat olarak değerlendirip yönetime el koymasının düşünülemeyeceğini, bunu vicdanlarının kabul etmeyeceğini, bunu kesinlikle kabul etmediğini'' dile getiren Evren, ''pişman olmadığını'' bildirdi.

''12 Eylül sonrası, Ege sorunu konusunda Yunanistan'dan herhangi bir yazılı güvence almadan, NATO Başkomutanı Rogers'ın vermiş olduğu sözlü güvenceye dayalı olarak Yunanistan'ın NATO'ya girmesine izin vermesinin hata olduğunu'' kaydeden Evren, 1982 Anayasası taslağında cumhurbaşkanının 2 kez seçilebileceği konusunda hüküm bulunduğunu, ancak kendisinin ''Cumhurbaşkanı 2. kez seçilecek olursa, tekrar seçilebilmek için iktidardaki partiye destek vermeye başlar'' diyerek, bu hükmü anayasaya koydurtmadığını dile getirdi.


-Şahinkaya'nın beyanı-


Tahsin Şahinkaya ise soruşturma sırasında alınan ifadesinde, özetle, ''darbe yapmadıklarını, kanlı olayların önüne geçtiklerini'' öne sürerek, ''darbe yapan insanın 2-3 yıl sonra hükümeti bırakmayacağını'' söyledi.

Şahinkaya, 35. maddede verilen, devleti koruma ve kollama yetkisine dayanarak yönetime el koyduklarını savunarak, ''memleketin o dönemde sahibinin olmadığını, bu çerçevede ne gerekiyorsa onu yaptıklarını'' kaydetti. Şahinkaya, ''12 Eylül askeri darbesinin ABD'nin bilgisi ve desteğiyle yapılmış olduğu iddiasına kesinlikle katılmadığını'' da ifade etti.


-''35. madde askeri darbe yetkisi vermemektedir''-


Sanıklar ve avukatlarının, savunmalarında, askeri darbenin 35. maddesindeki yetkiye dayanarak yapıldığını belirttikleri anımsatılan iddianamede, şu değerlendirmelere yer verildi:

''Anayasa ile kurulmuş bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nde yasal düzenlemeler arasında bir hiyerarşi olduğu, bunlardan en yukarıda anayasanın yer aldığı, kanunların ise anayasanın hiyerarşik olarak altında yer aldığı, dolayısıyla kanunların anayasaya aykırı olamayacakları temel hukuki kurallardandır. Bu nedenle, kanunlar anayasaya aykırı olamayacakları gibi kanunla verilen bir yetkinin anayasayı ortadan kaldırmak amacıyla kullanılması da mümkün değildir. Dolayısıyla söz konusu hüküm, anayasal düzeni, anayasa ile kurulmuş devlet düzeninin temel kurumlarından olan TBMM ile hükümeti ve tüm hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak amacıyla kullanılamaz.''

Kaldı ki darbeyi yapanların, darbe ve sonrası eylemlerinden dolayı yargılanacaklarını ve eylemlerinin suç olduğunu bildiklerinden 1982 Anayasasının geçici 15. maddesinindeki düzenlemeyi oluşturma ihtiyacı hissettikleri ifade edilen iddianamede, ''Sonuç olarak, İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi hiç kimseye demokratik düzeni ortadan kaldırarak, diktatörlük kurmaya yol açacak bir askeri darbe yapma yetkisi vermemektedir'' denildi.


-''Zaman aşımı'' değerlendirmesi-


İddianamede, ''zaman aşımı'' yönünden değerlendirmelere de yer verildi.

1982 Anayasasının geçici 15. maddesindeki düzenlemenin, sanıklar hakkında bir soruşturma ve yargılama engeli ortaya koyduğu belirtilen iddianamede, ancak gerek anayasada gerekse Türk Ceza Kanunlarında, soruşturma ve yargılama engelinin bulunduğu hallerde zaman aşımının işlemeyeceği kuralının öngörüldüğü ifade edildi.

İddianamede şunlar kaydedildi:

''Anayasanın 12 Eylül 2010 tarihinde referandumla kaldırılan geçici 15. maddesi de burada olduğu gibi bir soruşturma ve kovuşturma engelidir. Dolayısıyla şüphelilere atılı bulunan eylemlerde zaman aşımı, eylemlerin gerçekleştiği 2 Ocak 1980 ve 12 Eylül 1980 tarihlerinde işlemeye başlamış, ancak 1982 Anayasasının geçici 15. maddesinin yürürlüğe girdiği 9 Kasım 1982 tarihinde durmuştur. Söz konusu suçlarda zaman aşımı süresi 20 yıl olup, 9 Kasım 1982 tarihinde durmuş olan zaman aşımı geçici 15. maddenin kaldırıldığı referandum sonucunun Resmi Gazete'de yayınlandığı 23 Eylül 2010 tarihinden itibaren yeniden işlemeye başlamıştır. Açıklanan nedenlerle iç hukukumuza göre zaman aşımı süresinin dolmadığı anlaşılmaktadır.

Anayasanın geçici 15. maddesinin bir tür af kanunu olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Anayasayı ihlal (askeri darbe) suçu temadi eden bir suç olup, bu suç TBMM'nin görevine başladığı 6 Aralık 1983 tarihine kadar işlenmeye devam etmiştir. Anayasanın 15. maddesi ise 9 Kasım 1982 tarihinde yürürlüğe girmiştir.''

İddianamede, bugün hayatta bulunmayan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun hakkında TCK'nın 64/1. maddesi gereğince ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği de belirtildi.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder