500. gününde keyfi tutukluluklar son bulsun
21 Eylül 2010 tarihinde sabah saat 05.00’te evleri basılarak “Devrimci Karargah” üyesi oldukları iddiasıyla tutuklanan sosyalistler 500 gündür özgürlüklerinden uzak, esaret altında yaşamaktalar.
Polislerin hazırlamış oldukları fezlekelerin kes-yapıştır yöntemiyle iddianameye dönüştüğü son birkaç yılda, akıllara zarar, kara mizah örneği olan bu iddianameler nedeniyle binlerce insan suçsuz yere yıllarını cezaevlerinde geçiriyor.
İddianameden kara mizah örnekleri
İddianamede, Ahmet Türk’e yönelik yumruklu saldırının protesto edilmesi, yasal izinle düzenlenen Newroz mitingine ve referandumu boykot mitinglerine katılmak suç sayılmakta.
500 gündür cezaevinde tutulan Tuncay Yılmaz’ın 2009 yılında Ceylan Önkol’un öldürülmesini protesto etmek amacıyla Galatasaray Lisesi önünde yapılan basın açıklamasına, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da referandum sürecinde adını andığı Necdet Adalı için yine Galatasaray Lisesi önünde yapılan anma etkinliğine, 5 Eylül 2010’da Kağıthane’de düzenlenen referandumu boykot mitingine katılması da iddianamede savcı tarafından suçmuş gibi lanse edildi.
Gazetelerde bolca yer alan ve iddianamede örgüt üyeliğine delil sayılan şu diyalog ise hukukun geldiği noktayı göstermesi aşısından önemli. Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) üyesi Tuncay Yılmaz ile Sosyalist Parti üyesi Mahir Sayın arasında 12 Mart 2010 tarihinde yapılan telefon görüşmesi iddianameye şöyle girdi:
TUNCAY : Siz nerdesiniz parti ... (anlaşılmadı)
MAHİR : Maydonoz da gel
TUNCAY : Maydonozdasınız
MAHİR : He he
TUNCAY : Haa
MAHİR : BURASI DEVRİMCİ KARARGAH yaa
TUNCAY : Tamam peki başka kim var orda, sizinle kim var
MAHİR : Gel tamam burdayız
TUNCAY : Hadi görüşürüz tamam
“Teknik takip”e takılan bu telefon görüşmesi, savcı Kadir Altınışık tarafından “şifreli görüşme” olarak yorumlanırken, bu şifreli görüşmede ne hikmetse örgütün ismi açıktan söylenmişti. Konuşmada geçen Maydanoz Cafe Ankara’da bulunan, Tekel direnişi zamanında değişik sol yapılardan bilinen isimlerin soğuktan korunmak için gidip oturduğu yerdi.
Torba davalar
Türkiye’de üç torba-dava var, bunlar hangi siyasi görüşte olurlarsa olsunlar tüm muhalifleri fiilen cezalandırmanın politik araçları olarak kullanılıyor. Bunlardan biri, daha çok devlet içi iktidar mücadelesinde ulusalcı/statükocu kanatta yer alanları (ama aynı zamanda kimi demokrat yazar/aydınları da) içine alan Ergenekon davası. Diğeri Kürt siyasetçilerin içine doldurulduğu KCK davasıdır. Üçüncüsü ise, sosyalist muhalifleri cezalandırmaya yönelik kullanılan Devrimci Karargah (DK) davasıdır.
DK davası örnek bir torba-davadır. İçine çok farklı sosyalist örgütlerden insanlar sokulmuştur. Bu davada Devrimci Karargah örgütünün görüşlerini ve yaptıklarını savunanlar da var; ama bugün çeşitli tutuklama dalgalarıyla 50’yi aşan sanık grubu içinde çok sayıda “alakasız” kişinin yanı sıra, evet sosyalist ama DK ile en ufak bir ilişkisi (ne örgütsel, ne ideolojik-politik) olmayan onlarca kişi de var.
Örneğin 21 Eylül 2010 günü, DK davasının üçüncü dalgasında gözaltına alınıp tutuklanan 17 kişinin çoğunluğunu Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ve Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) yönetici ve üyeleri oluşturuyordu. Bunlar arasında SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan, TÖP Sözcüleri Oğuzhan Kayserilioğlu ve Tuncay Yılmaz da bulunuyordu.
Ama bu dalgada SDP ve TÖP üyelerinin ve çeşitli görüşlerden sosyalist siyasetçi ve yazarların yanı sıra, yaşamını sosyalistlere, devrimcilere karşı devletin görevlisi olarak mücadele etmekle geçiren polis şefi Hanefi Avcı da davaya sokuşturulmuştu. Bir taşla birkaç kuş vurulmak isteniyordu: Hem sosyalistler böylesi bir işkenceci ile birlikte yargılanarak küçük düşürülmek isteniyor; hem de iktidar kavgasında altta kalan Avcı kendi cenahında itibarsızlaştırılıyordu.
Açık alanda siyaset yapan, görüşlerini yazılarıyla, konuşmalarıyla, basın açıklamalarıyla açıkça ortaya koyan, çeşitli yasal/meşru eylemlerde yer alan ve bu eylemlerini savunan sosyalistler, onları cezalandırmak için kulp bulamayan siyasi iktidar tarafından başka (kendileriyle hiçbir ilişkisi olmayan) bir örgütün üyesi olmakla suçlandılar. Bu akıldışı suçlamalar, yine tümüyle çürük, uydurma, hukuk dışı “kanıt”lara dayandırıldı. Sanıkların çalışma notları çarpıtıldı, aylarca yapılan telefon dinlemelerinden cımbızlama yapılarak kanıtlar “üretildi”, demokratik zeminde yapılan eylemler yasadışı gibi gösterildi.
Dava süreci, 8 tahliye
Ancak iddianame öylesine tutarsız ve mantıkdışıydı ki, 2011 Ağustos’unda yapılan duruşmada sanıklar ve avukatları tarafından yapılan savunmalarla darmadağın oldu. Gerek basının gerekse yurtiçi ve yurtdışı kamuoyunun da katkısıyla bütün suçlamalar boşa çıkarıldı. Bunun sonucunda 12. Özel Yetkili Mahkeme heyeti tutuklu sanıklardan 8’inin serbest bırakılmasına karar verdi. Bırakılanların arasında TÖP Sözcüsü Oğuzhan Kayserilioğlu, SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan, Genel Başkan Yardımcıları Ecevit Piroğlu ve Günay Kubilay da vardı. TÖP ve SDP yöneticilerinin (diğer bırakılanların yanı sıra) tahliye edilmesi, bu örgütlerin DK ile herhangi bir ilişkisinin bulunmadığının mahkeme heyeti tarafından da kabul edildiğini ortaya koymuş oldu. Bu ise, 3. Dalga iddianamesinin bütünüyle çürütülmüş olması anlamına geliyordu.
500 gündür hala tahliye bekleyen 5 tutuklu var
Ancak ilk bakışta şaşırtıcı görünen bir durum ortaya çıktı. 3. Dalga DK operasyonu çerçevesinde tutuklananlardan bazıları, TÖP ve SDP yöneticileri bırakıldığı halde, tahliye edilmedi: Tuncay Yılmaz ve Semih Aydın (TÖP), İbrahim Turgut (SDP), Osman Baha Okar (Bilim ve Gelecek editörü), Hakan Soytemiz (Red yazarı).
Öyle görünüyor ki, Mahkeme Heyeti Savcılık iddianamesinin ne kadar hukuk dışı olduğunu fark etmiş olsa da, 3. Dalganın tüm tutuklu sanıklarını serbest bırakarak dava sürecini bir anda tümüyle anlamsız hale getirme cesaretini gösteremedi. Belki bundan daha önemli bir faktör ise, Hanefi Avcı’nın durumudur. Öyle anlaşılıyor ki, devlet içindeki iktidar mücadelesine karıştığı (ve altta kaldığı için) itibarsızlaştırılmak ve cezalandırılmak üzere hapse atılan Avcı’nın “cezası” henüz dolmamıştır. Avcı’yı bu davada hapiste tutmanın tek yolu, onunla DK arasında ilişki olduğu iddiasını “ima edecek” şekilde (çünkü gerçekte böyle bir şeyin olması mümkün değil) bazı sosyalistleri de içerde tutmaktır. Eğer söz konusu sosyalistler de serbest bırakılırsa, sözde DK üyesi olanlar tahliye edilmiş, onlara yardımcı olan Avcı ise içeride kalmış olacaktı.
İşte sosyalist arkadaşlarımız böylesi hukuk dışı mülahazalarla yaklaşık 500 gündür hapiste tutuluyor. Arkadaşlarımızın DK ile en ufak bir ilişkisinin olmadığı, olamayacağı apaçık ortadadır. Onlar kendi siyasi görüşlerini açıkça savunmakta ve bu doğrultuda kendi örgütleriyle siyasi faaliyet yürütmektedir.
Bu, hukuki bir dava değil, siyasi bir davadır. AKP’nin her türlü sosyalist muhalefeti ezme politikasının bir parçasıdır.
Davanın 6 Şubat günü saat 10.00’da Beşiktaş Adliyesi’nde yapılacak duruşmasına yine kitlesel olarak katılacak, yoldaşlarımızın yanında olacağız. Bir kere daha adalet için mücadele edeceğiz.
Sıra Kimde İnisiyatifi
.