15 Ekim 2014 Çarşamba

AKP'nin yeni suç tanımı: makul delil, hükümet'e karşı suç..

ANKARA, 15 Ekim (Reuters) - AKP, hükümet temsilcilerinin de bu hafta gündeme getirdiği
şekilde şiddet olaylarında soruşturma yöntemlerinde önemli bazı değişiklikler getiren kanun
teklifini dün akşam TBMM Başkanlığı'na sundu.
    Yürürlük ve yürütme dahil toplam 35 maddeden oluşan Hakimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı
Kanun ve KHK'larda Değişiklik Yapılması Hakkında Yasa Teklifi ile Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Ceza
Muhakemesi Kanunu'nda (CMK) değişiklikler yapılması öngörülüyor.
    Buna göre bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, hürriyetine, vücut veya cinsel
dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden ya da malvarlığı itibarıyla büyük bir
zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehdit eden kişi mağdurun
şikayeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılacak.
    Başbakan Ahmet Davutoğlu ve hükümet yetkilileri, Suriye topraklarındaki Kobani'ye İslam
Devleti militanlarının düzenlediği saldırıları protesto etmek için geçen hafta boyunca
Türkiye'nin bir çok ilinde düzenlenen gösterilerde kamu malları ve araçlarının zarar görmesinin
ardından yeni düzenlemelerin hayata geçirileceğini açıklamıştı.
    Tehdidin; kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle ve kamu görevlisinin sahip
bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle yapılması halinde iki yıldan beş yıla kadar hapis
cezası verilecek.
    Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 'şüpheli veya sanıkla ilgili arama' maddesinde yapılan
değişiklikle, 'yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda somut
delillere dayalı kuvvetli şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya
ona ait diğer yerler aranabilir' ifadesindeki 'somut delillere dayalı kuvvetli' ibaresi, 'makul'
olarak değiştiriliyor.
    Teklife göre, TCK'da 'Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar' başlığında
sayılan 'silahlı örgüt' veya  'örgüte silah sağlama' suçundan elkoyma kararı verilirken;
'Anayasayı ihlal, yasama organına karşı suç, hükümete karşı suç, hükümete karşı silahlı isyan,
silahlı örgüt, silah sağlama ve suç için anlaşma' soruşturmalarında el koyma kararı
verilebilecek.
    Ayrıca bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada iletişimin tespitine ağır ceza
mahkemeleri yerine sulh ceza hakimlikleri veya yargılamayı yapan mahkemelerce karar verilecek.
    Şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında
hakim; kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılacak. Kararda, yüklenen suçun türü,
hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya
iletişim bağlantısını tespite imkan veren kodu ve tedbirin süresi belirtilecek.
    Devletin güvenliğine karşı ve anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlarda;
dinleme ve kayda alma, gizli soruşturmacı görevlendirme, teknik araçla izleme mümkün olabilecek.
   
    DOSYAYI İNCELEME
    Teklife göre, müdafinin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması,
soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hakim
kararıyla bu yetkisi kısıtlanabilecek.
    Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı
geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında,
kısıtlama uygulanmayacak.
    Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve
muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilecek; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini
harçsız olarak alabilecek. Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarda, Cumhuriyet savcısı
soruşturmanın yapıldığı yer sulh ceza hakiminden de karar alabilecek.
   

16 Eylül 2014 Salı

DİSK-AR işsizlik raporu: mevsim etkilerinden arındırılmış resmi oran 42 ayın zirvesinde

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSK-AR), TÜİK tarafından açıklanan Hanehalkı İşgücü Anketi Haziran 2014 dönem sonuçlarını değerlendirdi:

1)    Mevsim etkilerinden arındırılmış resmi işsizlik oranı yeni seriye göre % 9,9 ile son 42 ayın zirvesine ulaştı. İşsizlik oranı ekonomik krizin etkisinin ağır bir biçimde yaşandığı 2009 yılı ile 2010 yılından sonra en yüksek seviyesine yükseldi. İşsizlik oranı bir önceki yılın aynı ayına göre 1 puan, artış gösterdi. Bu durum ekonomideki yavaşlama ile paralellik gösteriyor. Türkiye ekonomisi 2014 yılının ikinci çeyreğinde % 2,1’lik büyüme oranı ile 2002 yılından bu yana krizin etkilerinin en ağır biçimde yaşandığı 2009 yılı hariç en düşük oranında gerçekleşti. 
2)    Haziran 2014 döneminde umudu olmadığı için ya da diğer nedenlerle son 4 haftadır iş arama kanallarını kullanmayan ve işe başlamaya hazır olduğu halde bu nedenle işsiz sayılmayanlar (umutsuzlar) da dahil edildiğinde işsizlik oranı % 9,1 değil, % 17,8, işsiz sayısı da 2 milyon 654 bin değil, 5 milyon 168 bin kişi olarak gerçekleşti. Geniş tanımlı işsizlik kadınlar için % 24 seviyesine yükseldi.
3)    Kendine uygun tam zamanlı bir iş bulamadığı için çeşitli işlerde 1 saatliğine bile olsun çalışıyor görünenler ile çalıştığı işten memnun olmayıp değiştirmek isteyen çaresizlerin sayısı ise 1 milyon 131 bin olarak gerçekleşti. Çaresizler, umutsuzlar ve resmi işsizlerin toplam sayısı 6 milyon 298 bin oldu. Geniş istihdam içinde umutsuzların, çaresizlerin ve resmi işsizlerin payı % 21,6 düzeyindedir.
4)    Türkiye İstatistik Kurumu Şubat 2014 dönemiyle birlikte yeni bir hesaplama yöntemi ve seri kullanmaya başladı. Uluslararası norm ve standartlar dikkate alınarak veri derleme araçları zenginleştirildi. Ancak aynı zamanda resmi olarak işsiz sayılanların kapsamı da daraltıldı. Önceki uygulamada, referans dönemi içinde “son üç ay” içerisinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan kişiler “işsiz” olarak değerlendiriliyordu. Yeni uygulamada ise yalnızca “son dört hafta” içerisinde iş arama kanallarından en az birini kullanan ve iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan kişiler “işsiz” olarak ele alınıyor. Yani 1,5-2 ay önce iş başvurusu yapmış olan ve işe başlamaya hazır bir kişi işsiz kategorisi dışına çıkartıldı. Bu kişiler “işgücüne dahil olmayanlar” başlığında, “İş aramayıp, çalışmaya hazır olanlar” kategorisinde “diğer” sınıflandırmasında değerlendirildi. Bir önceki seri için geçtiğimiz yıl Haziran döneminde bu kategori (diğer) içerisinde yer alan kişi sayısı 1 milyon 480 bin kişi iken yeni seride mevcut dönem için bu rakam 1 milyon 930 bin olarak gerçekleşti.  İki ayrı seride iki farklı yılın aynı dönemler için yaşanan 450 bin kişilik bu artışın önemli oranda yöntem değişikliğinden kaynaklı olarak yaşandığı ve bu kişilerin işsiz kategorisi dışına atıldığı söylenebilir. 
5)    TÜİK’in ekonometrik modelle Şubat 2014 serisi için tahmin ettiği geçmiş ayların verilerine göre Haziran 2013 döneminde işsizlik oranı yüzde 8,1, işsiz sayısı ise 2 milyon 263 bin olarak tespit edildi. Oysa önceki 2005 serisinde Haziran 2013 dönemi için bu oran ve rakam sırası ile yüzde 8,8 ve 2 milyon 525 bin idi. Buna göre TÜİK’in resmi işsiz oranı geçtiğimiz yılın haziran dönemi için yeni seriye göre yapılan tahminde, eski seriye göre 0,7 puan düşük çıktı. Eski seriye göre Haziran 2014 verisinin kaç olacağını tahmin etmek yöntem değişikliği nedeniyle mevcut veriler üzerinden mümkün görünmemektedir. Bu konuda gerekli hesaplamaları yapmak TÜİK’in sorumlulukları arasındadır.
6)    Yine TÜİK’in yeni seri için tahmin ettiği verilere göre Haziran 2014 dönemi için işsizlik oranı geçtiğimiz yılın Haziran dönemine göre % 0,6 puan artış gösterdi ve yeni seriye göre yüzde 9,1 oldu. İşsiz sayısı ise 288 bin artışla 2 milyon 551 bin oldu.
7)    TÜİK’in yeni yöntemi ve yaptığı tahmini hesaplara göre hem isşizlik oranı hem de işsiz sayısı azalmış görünmektedir. Oysa Türkiye’de işsizlik gerçeğinde bir değişiklik olmadı. Sadece işsizlik daha da gizlenmiş oldu. Örneğin son 1 aydan 3 aya kadar başta umutsuzluk olmak üzere çeşitli nedenlerle iş arama kanallarından birini kullanmayan ancak işe başlamaya hazır olanlar önceki hesaplamalarda işsiz kategorisinde değerlendirilirken yeni seride istihdamda kabul edilmiyorlar.
8)    TÜİK yeni serisinde daha önceki seride olan ve anket soru formunda yer alan işin sürekliliği ile ilgili verileri açıklamaktan vazgeçmiştir. Geçici çalışanların sayısındaki gelişim istihdamın niteliği açısından son derece önemli bir değişkendir. Bu verinin artık paylaşılmaması son derece sakıncalıdır. Bu keyfi tutumdan vazgeçilmelidir.
Türkiye haftalık çalışma sürelerinin emsallerine göre çok daha yüksek olduğu bir ülkedir. Avrupa Birliği ülkeleri ile kıyaslandığında haftalık çalışma sürelerindeki fark 12 saati bulmaktadır. Buna göre Türkiye’de 5 kişinin yapacağı işi 4 kişi yapmaktadır. Bir yandan işgücüne katılım oranlarını yükseltirken, öte yandan işsizlik verileri ile mücadele etmenin yegâne yolu, gelir kaybına yol açmaksızın haftalık çalışma sürelerini azaltmaktan geçmektedir. Buna karşın hükümet ve sermaye çevreleri işsizlik verilerindeki artışı, istihdam yapısının niteliğini bozarak, yani yoğun çalışma koşulları altında, daha esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerini yaygınlaştırarak durdurmanın reçetelerini topluma sunmaktadır. Hükümet işveren çevrelerinin taleplerini Ulusal İstihdam Strateji Belgesi ile programlaştırmıştır. Ucuz işgücü için, taşeron çalışmayı yaygınlaştırmayı, kıdem tazminatını fona devrederek ortadan kaldırmayı, kölelik bürolarını hayata geçirmeyi hedefleyen bu belge hükümetin uygulama açısından gündemindedir. İşsizlikle mücadeleyi, çalışma koşullarını kötüleştirerek, ücretleri düşürerek çözmeye çalışan bu anlayışa karşı durulmalıdır. Bu stratejinin sonuçları Soma’da, Mecidiyeköy’de ve Türkiye’nin dört bir yanında acı bir biçimde görülmektedir. Bu strateji işsizliğin “ne iş olsa yaparım” başlığı altında gizlenmesi, işletmelerin karını insanların yaşamının önüne alma stratejisidir. İşsizlikle gerçek mücadele için;
  1. Haftalık çalışma süresi gelir kaybı yaşanmaksızın 37,5 saate, fazla mesailer için uygulanan yıllık 270 saat sınırı, 90 saate düşürülmelidir.
  2. Herkese en az 1 ay ücretli izin hakkı tanınmalıdır.
  3. Herkes için iş güvencesi ayrımsız bir biçimde uygulanmalıdır.
  4. Sendikal hak ve özgürlükler güvence altına alınmalı, sendikal barajlar kaldırılmalı, herkesin sendika hakkını özgürce kullanabilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
  5. Taşeronlaşma ve kayıt dışı istihdam engellenmelidir.
  6. Kamu girişimciliği ve hizmetleri istihdam yaratacak şekilde yeniden ele alınmalıdır.
  7. Kamuda personel açığı derhal kapatılmalıdır.
  8. Kadın istihdamının artırılması ve işsizliğinin azaltılması için işgücü piyasalarındaki cinsiyetçi uygulamalara son verilmeli, ev içi bakım hizmetleri devletin gereken nitelikli, yaygın ve ücretsiz bakım hizmetlerini sağlaması ile kadının üzerinden alınmalıdır.



3 Eylül 2014 Çarşamba

Kuzey Ormanları Savunması 5-6-7 Eylül'de Belgrad Ormanı-Kurtkemeri Kampı'na çağırıyor

Bundan bir yıl önce, 7-8 Eylül tarihlerinde, “Gezi daha başlangıçtı, mücadelemiz Kuzey Ormanları’nda devam ediyor” diyerek, doğa kırımına dikkat çekmek, mücadelemizin geleceğini tartışmak ve kesim alanlarında doğrudan gözlemde bulunmak amacıyla, İstanbul Riva’daki ilk Kuzey Ormanları Savunması kampımızı düzenlemiştik.

İstanbul’un kuzeyinde 3. Köprü ile başlayan kıyım, aradan geçen bir yıl içinde, 3. Havalimanı ile daha da vahim boyutlara ulaştı. Sadece İstanbul değil, Istrancalardan Sapanca’ya tüm Marmara bölgesi insanı, doğası, su kaynakları ile mega-projeler çılgınlığının tehdidi altına girdi. Ormanlar yok edilirken, bölge ağır bir su kriziyle yüz yüze kalmaya başladı.
Şimdi yine 5-6-7 Eylül’de, Kuzey Ormanları’nda gümbür gümbür çalışan dozerlere karşı son nefes kaynağımızı savunmak; suyumuzu kurutanlara karşı, “orman yoksa su da yok” demek için ormana, kampa gidiyoruz. 3. Havalimanı ve 3. Köprü inşaat alanları yakınlarındaki Belgrad Ormanı-Kurtkemeri mevkiinde düzenleyeceğimiz kampımızda, İstanbul’dan ve Marmara bölgesinden gelen yaşam savunucularıyla buluşup, bölgede yaşanan büyük çevre kırımına dur diyecek bir mücadeleyi büyütmenin yollarını tartışacağız. Ormanları katledenlerin, suları kurutanların, kuşları öldürenlerin yalanlarına karşı atölyelerimizde, forumlarımızda hakikatin gücünü büyüteceğiz. Bilimi, sanatı, sporu ve eylemi, yaşamı ve geleceğimizi savunmak için birleştireceğiz!

Kampta konuyla yetişkin ve çocuk atölyeleri, panel ve Kuzey Ormanları Savunması forumu düzenlenecek; film gösterimleri ile konser yapılacak; 7 Eylül günü kamp yakınlarındaki kesim alanında bir basın açıklaması gerçekleştirilecektir. Programımızın kesin ayrıntıları önümüzdeki günlerde basına ve kamuoyuna duyurulacaktır.

Yayınlarınızda kampımıza yer vermeniz ve basın açıklamamıza katılmanız dileğiyle...
Kayıt için: http://etkinlik.kuzeyormanlari.org/ Kamp Tarihi: 5-6-7 Eylül 2014 Cuma-Cumartesi-Pazar, Yer: Şişli Vakfı Kurtkemeri Piknik Alanı)
Bilgi ve iletişim için: 0507 049 59 69- 0 537 572 14 44

23 Ağustos 2014 Cumartesi

TİHV ekibinin Ezidi kamplarındaki koşullara ilişkin gözlemleri..

TİHV Bakım Verenlerin Bakımı Projesi aktivistlerinden oluşan bir ekip tarafından Şengal katliamı sonrası Türkiye’ye geçen Ezidilerin yerleştiği alanlarda, 16-17 Ağustos 2014 tarihlerinde, yardım veren kamu-belediye gönüllü ağına psiko-sosyal destek eğitimi vermeyi, durum tespiti yapmayı ve acil psikolojik destek sunmayı amaçlayan iki günlük bir çalışma ziyareti gerçekleştirildi.

Aşağıda kısa özetini bulacağınız bu ziyaretin gözlem sonuç raporu ziyaret ekibini oluşturan; Psikiyatr Dr. Murat YALÇIN, Psikiyatri Asistanı Naci OLAM, Psk. Muharrem AYDIN, Psk. Şiyar GÜLDİKEN, Psk. Sema YÜCEDAĞ, Psk. Bijer DOĞAN, Uzm. Psk. Ömer YAVUZ YETİŞ, Psk. Ömer AKBA, Uzm. Psk. Mahmut PAKDEMİR ve Shu. Ümit ÇETİNER tarafından kaleme alındı.



16 Ağustos Cumartesi günü, yaklaşık 700 kişinin (bir kısmının çadırların her birinde 3-4 aile olarak veya AFAD evlerinde) kaldığı Silopi kampı ve yaklaşık 850 kişinin (bir kısmının Cizre’deki evlerde ve sanayi sitesi için yapılmış olan, büyüklüğü ve tuvalet sayısı yetersiz evlerde 5’er aile şeklinde) kaldığı Cizre sanayi bölgesi ziyaret edildi. Kullanılan sularda klorlama gibi tedbirler alınmış olmasına rağmen, AFAD evlerinin önünden geçen kanalizasyon suyu ve aşırı sıcaklar sebebiyle bulaşıcı hastalık riskinin oluştuğu; soğutucu ihtiyacının karşılanmaması nedeniyle günlük yaşamın özellikle bebekler ve yaşlılar açısından zorlaştığı; yemek ve içme suyu ihtiyaçlarının yeterli düzeyde karşılandığı ve Belediyenin mobil sağlık aracının nöbet sistemiyle sürekli hizmet verdiği bilgileri alındı ve gözlemlendi.

17 Ağustos Pazar günü, yaklaşık 1500 Ezidi ve 3000 Suriyeli Arabın (her bir aile bir çadırda kalmak üzere) yerleştirildiği Midyat kampı ziyaret edildi. Günlük ortalama 300 kişinin kaydını yapabilecek bilgi işlem ve personel alt yapısının bulunduğu; güvenlik nedeniyle yaklaşık 15 gün iletişim araçlarının alındığı ve gerekli önlemlerin alınmasının ardından geri verildiği öğrenildi.

Not: Raporda geçen yaklaşık kişi sayısı günlük olarak değişmektedir.

Ezidi ailelerle yapılan görüşmeler ve gözlemlerimiz neticesinde; çamaşırlarını yıkamakta zorluk çektikleri; çadırların metrekare olarak yetersiz kaldığı; marketlerde gıda dışındaki temel ihtiyaç çeşitlerinin yetersiz olduğu; ihtiyaçlarını karşılamaları için verilen (aylık kişi başı 80 lira olan) kart limitinin yetersiz kaldığı; çocuklar için eğitim ve oyun alanlarının henüz oluşturulmadığı anlaşıldı.

Görüşülen ailelerin ruhsal durumlarına yönelik bulgularımız; yoğun kaygı ve şok evresinde olduklarını, birçoğunda akut stres belirtileri görüldüğünü ortaya koydu. Ayrıca kaygı ve güvensizlik; çaresizlik; değersiz hissetme; nefret ve öfke; suçluluk duygusu ve utanç da raporumuzda örneklenen görüşme notlarımızda daha ayrıntılı biçimde bulabileceğiniz bulgular arasında.

Yaşanan travmatik olayla baş etme yöntemleri olarak sergiledikleri duygu ve davranışların; bir arada kalma isteği; kalanlardan bilgi alma çabası; Avrupa’ya yerleşme ve buna yönelik plan yapma; yakınlarının ölmüş olma ihtimalini yok sayma; bu yapılanların Müslümanlıkla ilgisi olmadığını yineleme ve öfkeli cümleler kurma; kendilerine yardım getirilmesinin iyi hissettirdiğini ifade etme; YPG’ye yönelik minnetlerini sıklıkla ifade etme; ağıt yakma v.b olduğu gözlemlendi.

Destek sunma sırasında; gerek görevli, gerekse gönüllülerin yoğun çaba içinde olduğu ancak ruhsal açıdan sıkıntı yaratabilecek hususların da yer yer yaşanabildiği ve çeşitli handikaplar oluştuğu gözlemlendi:

·  Görevli, gönüllü ve ziyaretçilerden bir kısmının davranışlarının kamp sakinlerinin mahremiyetini ihlal ettiği (izinsiz çadırlara girme, fotoğraf çekme, STK’ların basın açıklaması);

·  Gerek görevli, gerekse ziyaretçilerin kamp sakinlerine destek amaçlı olsa dahi sorularla sınır aşımına girdikleri, retravmatizasyona yol açabilme ihtimalleri olduğu;

·  Bilgi akış sürecinin karmaşa içinde olduğu, düzenli ve doğru bilgi akışının olmadığı ve bu durumun var olan kaygı düzeyini ve şoku artırdığı;

·  Destek sunmak amaçlı olsa dahi travmatize olmuş ailelere temas sırasında yer yer yargı içeren politik-ahlaki davranış ve söylemlerin olduğu;

·  Destek sunanların yer yer ailelere, yaşanan kayıplar ve uğradıkları zulme, acıya dair kıyaslamalar yaparak teselli etmeye çalıştıkları; yaptığımız gözlemler arasındadır.



Tüm bu gözlemler ve görüşmeler ışığında; Ezidi halkının maruz kaldığı savaş vahşetinin yaygınlığı, uygulanan şiddetin barbarca yönleri travmatik yıkımı daha da derinleştirecektir. Ezidi halkının geçmişinin katliamlar ve travmatik olaylarla dolu olması, bu ağır travmanın geçmişteki travmatik yükü de tetikleyeceği, yıkımı daha da artıracağı ve yaşama güvenle bağlanabilmeyi ciddi şekilde zedeleyeceği aşikardır.

Biliyoruz ki travmanın yükünü azaltmanın en önemli unsurlarından biri yaşamın rutin döngüsüne dönmesidir. Ancak yakın zamanda bu mümkün görülmemektedir. Şu anki koşullarda Silopi kampının hem fiziksel hem de ruhsal açıdan uygun olmadığı; Midyat kampının fiziksel koşulları nispeten daha iyi olmakla birlikte ruhsal açıdan iletişim ağının bozulacağı, kendilerini özgür hissetmedikleri, sosyal dayanışma ağından uzak kalacakları ve aile mahremiyetinin sağlanmasının yetersiz olması ile; Cizre yerleşkesinde de Silopi’dekine benzer handikapların olduğu düşünüldü. Midyat ve Batman’daki Ezidi köylerinde gerek fiziksel özellikler açısından gerekse ruhsal açıdan düşünüldüğünde günlük yaşam rutinine kısmen dönebildikleri, kaygı düzeylerinin daha düşük olduğu gözlendi. Gözlemlerimiz sonucu, köy evlerinde kalanların bağımsız yaşam alanları oluşturabildikleri; Ezidi köyleri olması nedeniyle sosyal desteğin daha iyi olduğu; aidiyet duygusu ve uyumun daha iyi geliştiği  görüldü.

Var olan durum itibari ile önerilerimiz;

·  Fiziksel-sosyal destek sistemlerinin koordinasyonun tek elden yürütülmesi, düzenli kayıt sisteminin oluşturulması, var olan maddi ve insan kaynaklarının tespiti, kullanılması ve planlanmasının sağlanması;

·  Ezidi ailelere yönelik bilgi akışının açık, umut içeren reel cümlelerden oluşacak şekilde gerçekleşmesi, mümkün olduğu ölçüde yürütülen hizmetin her basamağında önceden bilgi akışının sağlanması;

·  Güvenli ortam ve özel yaşam hassasiyeti; kendilerini olabildiğince güvende hissedebilecekleri alanların oluşturulması ve görevli, sosyal destek gönüllülerinin vb. mümkün olduğunca özel yaşam alanlarına girmemeleri, girilmesi gerektiğinde de (izin istemek, kendini tanıtmak ve az sayıda kişiyle girmek gibi) hassasiyet göstermeleri;

·  Sağlık hizmetlerine yönelik ihtiyaç tespiti ve bu hizmetin sürekliliği, ruhsal durum tespiti ve takibi, bu kapsamda psiko-sosyal destek programlarının planlanması ve sürdürülmesi;

·  Engelli, yaşlı ve kronik hastaların tespit edilip, gerekli ihtiyaçlarının karşılanması ve bu hizmetlerin devamlılığının sağlanması;

·  Çocukların yaşlarına uygun aktivitelerin en hızlı şekilde düzenlenmesi;

·  Erişkinlerin günlük yaşam rutinlerine dönüşleri için çalışmaların yapılması (yetilerini kazandıkça kendi yaşam düzenekleri ve diğerleri için sosyal destek ağında aktifleşmeleri);

·  Kişilerin meslek ve yeteneklerinin tespit edilmesi ve bu alanlarında çalışmalara katılmalarının sağlanmasıdır (öğretmen, doktor, eczacı, inşaat vb ).





Saygılarımızla,

TİHV Bakım Verenlerin Bakımı Projesi Ezidi kampları çalışma ziyareti ekibi

25 Haziran 2014 Çarşamba

devrimci sağlık işçileri sendikası'ndan bugünkü gözaltılar ve taşeron yasası'na ilişkin açıklama

BASINA VE KAMUOYUNA
TAŞERON YASASI MECLİSTE, SENDİKA HAKKINA SAHİP ÇIKAN TAŞERON SAGLIK EMEKÇİLERİ GÖZALTINDA !!

12 Bin Taşeron İşçinin Sendika Üyeliği Yok Sayılıyor!
MUVAZAA KARARLARI UYGULANSIN, TOPLUSÖZLEŞME HAKKIMIZ TANINSIN

Taşeron yasası mecliste görüşülürken DİSK Genel Sekreteri ve aynı zamanda Sendikamız Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, Genel Sekreterimiz Gürsel Kaya bugün 11.30’da TBMM önünde sendika üyeliklerimiz, toplu sözleşme hakkımız tanınsın ve muvazaa kararlarımız uygulansın diyen yöneticilerimiz ve işyeri temsilcilerimiz ile birlikte polis saldırısı ile gözaltına alındılar.
Taşeron işçilerin sendika hakkının tanınması için Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülen Torba Yasaya sendikamız hukukçularının hazırlamış olduğu ek yasa maddesi de AKP’li milletvekillerinin oyları ile ret edildi.
AKP hükümetinin asgari ücretli sağlık işçilerinin değil, taşeron üzerinden emek komisyonculuğu yapan şirketlerin temsilcisi olduğu artık açıkça görülüyor.
Anayasa değişikliğinde işçilere bir değil iki sendika müjdesi verenleri hayat yalanlıyor. Taşeron işçilere haklarını verme vaadiyle meclise getirilen torba yasada anlamlı yeni bir hak verilmediği gibi, sendika hakkı taşeron düzenine kurban ediliyor. Taşeron işçinin hakkını almak için örgütlenmesinin de önüne geçiliyor. On binlerce taşeron işçinin yıllardır yasalara uygun bir biçimde noter huzurunda ve e-devlet sistemi ile gerçekleşen ve Çalışma Bakanlığı tarafından kabul edilen sendika üyeliği taşeron şirketlerin ayak oyunları ile yok sayılıyor.
Çalışma hayatını düzenlemek üzere Ekim 2012’de çıkarılan 6356 sayılı “Sendikalar ve Toplu İş İlişkileri Yasası” taşeron işçilerinin sendika hakkını ortadan kaldırıyor.
İşçilerin çalıştırılmasına aracılık eden taşeron şirketlerin, SGK bildirimlerini farklı işkollarından yapması ve bunun her ay değişebilir olmasıyla taşeron işçilerinin sendika üyelikleri yok sayılıyor.
Öte yandan mahkeme kararları ile kesinlik kazanan ve bizlerin işe başladığı ilk günden itibaren asıl işverenin işçisi sayılmamız gerektiğini belirten muvazaa kararları halen yok sayılıyor. Bu karara rağmen ısrarla ihale yapan yönetimler suç işliyor. İlgili bakanlıklar bu hukuk dışı ihalelere sessiz kalarak bu suça ortak oluyor.
Meclis gündeminde bulunan taşeron yasası biz taşeron işçilerin sorunlarını çözmek yerine var olan düzeni sürdürecek düzenlemeler içeriyor.
Taşeron işçilerini geleceksizliğe mahkum edip örgütlü gücünü elinden almak isteyen bu düzenlemeye karşı sessiz kalamayız.  İşte bu yüzden bugün tüm Türkiye’den temsilcilerimizin Ankara’da TBMM önünde toplu sözleşme hakkımızın tanınması, muvazaa kararlarının uygulanması taleplerimizi dile getirmek ve taşeron yasasına itirazımız ifade etmek için yaptığımız basın açıklaması sonrasında süreci takip için kuracağımız çadıra güvenlik güçleri müdahale etti. Müdahale sonucu 17 üye ve yöneticimiz gözaltına alındı.
Taşeron sağlık işçilerinin bu haklı taleplerine görmezden gelenler, gelecekleri için mücadele eden sağlık emekçilerinin karşısına bir kez daha polis şiddeti ile çıktılar. Polis saldırısında Kocaeli işyeri temsilcimiz Selçuk Öztürk gazdan etkilenerek hastaneye kaldırıldı, eğitim ve örgütlenme uzmanımız Erdoğan Demir’in kolu çıktı.
Gözaltına alınanlar derhal serbest bırakılsınlar.

Taleplerimiz son derece açıktır:
Muvazaa kararları uygulansın

Sendika ve toplu sözleşme hakkımız tanınsın

11 Haziran 2014 Çarşamba

TMMOB Şehir Plancıları Odası'ndan Taksim Dayanışma davası için dayanışma çağrısı

12 Haziran`da Çağlayan Adliyesi`ndeyiz! 
11.06.2014
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi olarak TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ile birlikte sekreteryasını yürüttüğümüz Taksim Dayanışması davasında ilk duruşma 12 Haziran Perşembe günü saat 09:30`da Çağlayan Adliyesi`nde görülecek. Şube Yönetim Kurulu Sekreterimiz Akif Burak ATLAR ve Şube Sekreter Yardımcımız Sezi TOPRAKÇI da bu mesnetsiz davada yargılananlar arasında.

İki kez mahkemeden dönen ancak geçtiğimiz Mart ayında kabul edilen iddianame sonucu açılan davada, Mimarlar Odası ÇED Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı, İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu, HDP Genel Başkan Yardımcısı Ender İmrek, Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Beyza Metin ve HDK üyesi Haluk Ağabeyoğlu‘nun, "suç işlemek amacıyla örgüt kurmak" suçundan 2 ile 6 yıl, ‘kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere katılmak, dağılmamak‘ suçundan 1 yıl 6 ay ile 3 yıl, ‘halkı kışkırtma‘ suçundan da 1 yıl 6 ay ile 4 yıl olmak üzere toplam 5 ile 13 yıl arasında değişen oranlarda hapisle; Şubemiz Yönetim Kurulu Sekreteri Akif Burak ATLAR ve Şube Sekreter Yardımcımız Sezi TOPRAKÇI`nın da aralarında olduğu diğer 21 kişi hakkında ise "kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere katılmak, dağılmamak‘ suçundan 1 yıl 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezasına mahkûm edilmesi talep edilmektedir.

Taksim Dayanışması, 15 Şubat 2012 tarihinde TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi‘nin çağrısıyla meslek odaları, emek örgütleri, sivil toplum kuruluşları ve inisiyatifler, mahalle dernekleri, siyasi parti temsilcileri ve taraftar gruplarının biraraya gelmesiyle kurulmuştur. Kentimizin tarihi, kültürel kimliğini ve toplumsal belleğini oluşturan ve koruma altına alınmış en önemli kentsel ve kamusal alanlarımızdan olan Taksim Meydanı ve Gezi Parkı‘nın ortadan kaldırılmasını öngören projelere karşı; kamuoyu oluşturmak ve projelerin dayanağı olan plan değişikliğine karşı yasal çerçevede mücadele etmek üzere amacını taşıyan meşru ve demokratik bir platformdur. Taksim Dayanışması Sekretaryası ise TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi tarafından yürütülmektedir.

Taksim Dayanışması‘nın kuruluşundan itibaren düzenlediği tüm toplantılar ve etkinlikler, açık çağrıyla kamuoyuna duyurulmuş ve herkese açık yapılmıştır. Taksim Dayanışması kurulduğu tarihten bu yana, söz konusu alanda yerel ve merkezi otoriteler tarafından ulusal ve uluslararası bilim ve meslek çevrelerinden gelen bütün uyarılara rağmen tepeden inme olarak alınan kararlara karşı hukukun üstünlüğünü, bilimsel etiği, toplum ve kamu yararını savunmayı sürdürmektedir.

26 Mayıs 2013 Pazartesi gece yarısı iş makinelerinin Taksim Gezi Parkı`na hukuksuz olarak girmesiyle Taksim Dayanışması tarafından başlatılan Gezi Parkı nöbeti, 27 Mayıs 2013 Salı gününden itibaren polisin uygulamaya başladığı insanlık dışı şiddet ile tüm ülkeye yayılmış, demokratik gösterilerde can kayıpları, yaralanmalar, kalıcı sakatlıklar ve mağduriyetler meydana gelmiş, ancak tüm bunlara yönelik ciddi bir soruşturulma açılmamış, kamuoyunun baskısı ile açılan davalarda ise deliller karartılmaya, davaların ilerlemesi engellenmeye çalışılmıştır.

Böylesi bir ortamda şiddete ve hukuksuzluğa karşı demokratik hak olan ve anayasanın güvencesi altında bulunan toplantı ve gösteri hakkının kullanılması, bu iddianame ile suç olarak tanımlanmıştır. Bu haliyle dava demokratik haklarını kullananları baskı altına alma girişimidir.

Taksim Dayanışması`ndan yasadışı örgüt çıkarmaya çalışanlara açıklıkla sesleniyoruz. Taksim Dayanışması, çağrıcıları, bileşenleri, talepleri, basın açıklamaları, etkinlikleri belli, bilinen, aleni, meşru, barışçıl, yasal ve demokratik bir yurttaş ve kurum dayanışmasıdır. Kentine sahip çıkan meslek odalarını, onlarla dayanışma gösteren sendikaları, siyasi partileri, mahalle ve çevre derneklerini, taraftar gruplarını, "suçlu" göstermek ve "suç örgütü" haline getirmeye çalışmak hukuken suçtur ve bu ilkel, çağdışı uygulamalarla ülke demokrasisi yüzyıl geriye götürülmektedir.

Taksim Dayanışması‘nın sekretaryasını yürüten bileşenlerinden biri olarak bütün kesimleri "hukuka, demokrasiye ve insan haklarına" saygı göstermeye, 12 Haziran`da Çağlayan Adliyesi`nde birarada durmaya davet ediyoruz. 

Hiçbir yargılama, hiçbir iftira ve karalama tarihin apaçık gerçekliğini değiştiremez: Taksim Dayanışması bir suç örgütü değil, doğasına, kentine, emeğine ve yaşama alanlarına sahip çıkanların ortak umudu ve iradesidir.


TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi

30 Mayıs 2014 Cuma

Yargıtay'dan Türkçü Toplumcu Budun Derneği davasında tuhaf karar

İzmir'de Türkçü Toplumcu Budun Derneği'nin ırkçı yönelimler içeren açıklamalar yapması üzerine insan hakları kuruluşlarının ve bu açıklamalardan şikayetçi olanların açtığı davada yerel mahkeme beraat kararı vermişti. Söz konusu dernekler (hYd, ÇHD, Roman Hakları Derneği ve bazı Kürt yurttaşlar) temyiz talebinde bulundular ancak Yargıtay bu talebi "konunun tarafı olmadıkları" gerekçesiyle reddetti  Yargıtay'ın söz konusu kararı aşağıda..yd


T.C.
YARGITAY
8. Ceza Dairesi

TÜRK MİLLETİ ADINA
Y A R G I T A Y İ L A M I

Esas No : 2013/16829
Karar No : 2014/9196
Tebliğname No : 8 - 2013/84318

İNCELENEN KARARIN;
MAHKEMESİ : İzmir 9. Asliye Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 13/12/2012
NUMARASI : 2007/668 (E) ve 2012/1298 (K)
SANIK : Rifat Cenk TOZKOPARAN
SUÇ : Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik ve dernekler yasasına aykırılık
HÜKÜM : Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçundan beraat
TEMYİZ EDEN : Katılanlar vekilleri

Gereği görüşülüp düşünüldü:

Şikayetçilerin temyizlerinin sanık hakkında halkı kin ve düşmanlığa
tahrik etme suçundan kurulan hükme yönelik olduğu kabul edilerek bu
suça hasren yapılan incelemede;

Sanığın yöneticisi olduğu derneğin internet sitesinde ve açtığı
stantta da- ğıttığı bildirilerde; "Ey Türk kadını ve erkeği! Türçülük
için bir çocuk daha yap, Çünkü sen azalıyorsun, hainler, kapkaççılar,
uyuşturucu satıcıları çoğalıyor. Biz Arap ve Batı kültürü arasında
sıkışan Türk insanına kendisini yeniden sevmeyi öğretecek tek yolun ta
kendisiyiz. Biz kürt ve çingene çetelerine ve yobazlara hak ettiği
cevabı verecek Türkçü Toplumcu Buduncularız." denilerek halkı kin ve
düşmanlığa tahrik suçunu işlediği iddia- sıyla dava açılmıştır.

TCK.nun 216/1 maddesinde düzenlenen halkı kin ve düşmanlığa tahrik
suçu somut tehlike suçu olup fiil, sayı ve şahıs olarak belirli
olmayan toplum kesimi üzerinde kin ve nefret duygularının oluşmasına
veya mevcut duyguların pekişmesine etkide bulunmalıdır.

TCK.nda "Kamu Barışına Karşı Suçlar" bölümünde düzenlenen sanığa
yüklenen suçtan, suçun niteliği itibarıyle doğrudan doğruya zarar
görmeyen şikayetçilerin bu davaya katılmasına yasal olarak imkan
bulunmadığı gibi mahkemece katılma kararı verilmiş olması da hükmü
temyize hak vermeyeceğinden şikayetçiler vekillerinin anılan suçtan
kurulan hükme ilişkin temyiz isteminin CMUK.nun 317. maddesi uyarınca
(REDDİNE), 10.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

26 Şubat 2014 Çarşamba

ihd ırkçı pankart için suç duyurusunda bulunacak

IRKÇI PANKART İÇİN SAVCILIĞA SUÇ DUYURUSUNDA BULUNUYORUZ
Geçtiğimiz Pazar günü, 23 Şubat 2014 gününde bir grup, “Hocalı Katliamı” gerekçesiyle Agos Gazetesi’nin önünde “Yaşasın Ogün Samastlar, Kahrolsun Hrant Dinkler” pankartı açtı. Hocalı’da yaşananlarla hiçbir ilişkisi olmayan Türkiyeli Ermenilere gözdağı verildi ve Hrant Dink’in kişiliğinde tüm Türkiyeli Ermenilere “Kahrolsun” denildi.
Suçu ve suçluyu övmek suçtur. Yapılan yalnızca bu suçu işlemek değil, aynı zamanda Ermenilere hakaret etmek, onlara karşı ırkçı nefret çağrısı yapmaktır.
Biz İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi olarak bu pankartı taşıyanlar, bu yürüyüşü ve gösteriyi düzenleyenler, burada konuşma yapanlar hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunacağız. Irkçı pankartı reddedenler, Ermeni kırşıtı ırkçılığa karşı Ermenilerle tek vücut olmaya kararlı herkesi 26 Şubat 2014 Çarşamba günü saat 13:30’da Çağlayan Adliyesi’nin karşısındaki otopart alanında yapacağımız basın açıklamasına davet ediyoruz.
İnsan Hakları Derneği
İstanbul Şubesi

TARİH         :     26 Şubat 2014, Çarşamba

SAAT           :     13:30

8 Ocak 2014 Çarşamba

alternatif bilişim derneği'nin yeni internet yasa teklifine ilişkin eleştirileri

AKP'li vekillerin imzasıyla Meclis Başkanlığına sunulan "İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Gerekçesi" birçok konuda endişe verici bir metindir. Torba değişiklikle son derece özensiz bir şekilde yasalaşması beklenen teklif, mevcut sorunları çözmek bir tarafa, problemleri katmerleştirecek öneriler içermektedir.

Öncelikle, önergenin gerekçe bölümünde AİHM'nin 5651 ile ilgili Türkiye aleyhine aldığı karara hiçbir gönderme yapılmamıştır. Alternatif Bilişim Derneği'nin AİHM'e taşıyıp kazandığı Ahmet Yıldırım davası sonucunda verdiği karar, bu yasanın ifade özgürlüğüne aykırılığını tescillemiştir. Türkiye'deki internet kullanıcılarının ihtiyacı olan, bu yasanın hak ve özgürlükler açısından reforme edilmesi ve erişim engellemelerinin mevzuattan tamamen çıkarılmasıdır. Ancak önerge tam aksini yaparak erişim engellemelerini yasanın merkezine koyuyor ve güçlendiriyor.


Önerge ayrıca konunun önemli bir tarafı olan STK'ların görüşlerini hiçe saymaktadır. Türkiye'de bilişim alanında faaliyet gösteren hemen her STK, bu yasayı şiddetle eleştirmekte, önergenin aksine erişim engellemelerini bir çözüm olarak görmemektedir. Hatta sadece ilgili STK'lar değil, bugüne kadar sayısız toplantıda konuşan sayısız hukukçu, bürokrat, siyasetçi, internet yayıncısı yasayı aksi yönde eleştirmiştir. Bu önerge tüm bu görüşleri hiçe saymaktadır.


Önergede engellemelere gerekçe olarak ayrımcılığın gösterilmesiyse oldukça üzücüdür. Irkçılığa, nefret söylemine ve cinsiyetçiliğe sansürün çözüm olamayacağı ortadadır. Üstelik bu tarz yasaların ülkemizde ne şekilde yorumlanıp ve kullanıldığına dair birçok örneği görmüş olmamız, bu gerekçenin daha tehlikeli uygulamalara neden olacağı kaygısını yaratmaktadır.


Önerge şu anda yapılmakta olan alan adı temelli engellemenin yanı sıra IP ve URL temelli engellemelerin getirilmesini teklif etmektedir. Bununla birlikte "ve benzeri" gibi açık bir tanımlama kullanarak daha farklı ve tehlikeli yöntemlerin kullanılmasına da kapı aralamaktadır. Sadece IP ve URL temelli engelleme yöntemleri bile oldukça tedirgin edici ve tehlikelidir. URL temelli engellemenin aktif olarak kullanılması, internetimizin birkaç sene içerisinde Çin'den farkının kalmamasına neden olacaktır. Bunların gerçekleştirilmesi için İSS'lerin yapacağı kurulumlar ve değişiklikler biz kullanıcılara daha yavaş, daha fazla denetlenen ve gözetlenen bir internet olarak geri dönecektir.


Teklif edilen İSS Birliği ise hem ağ tarafsızlığını tehdit edecek, hem de büyük şirketlerin pazarı tamamen domine etmesine neden olacaktır. Bu birliğe sadece öngörülen engelleme ve denetleme altyapılarına sahip firmalar üye olabilecek ve birliğe üye olmayanlar internet servisi veremeyecek. Bu da irili ufaklı birçok şirketin kapanmasına, pazarın sadece büyük oyunculara kalmasına neden olacaktır. Piyasadaki aktör sayısının azalması, devletin kontrol ve denetimi daha kolay bir şekilde gerçekleştirmesini sağlayacaktır. Rekabet ortamının zayıflaması, daha fazla denetim ve gözetim ile başta ağ tarafsızlığı olmak üzere birçok hak ve özgürlüğümüzü tehdit edecektir.


İnternet servis sağlayıcıların log (erişim kaydı) tutma süresi 1-2 yıl arası olarak öngörülmüştür. Bu süre oldukça uzundur. Kayıtların bu kadar geniş zamana yayılması faydasızdır. Ayrıca çeşitli amaçlarla profilleme ve daha kötüsü fişleme amaçlı kullanılması ihtimalini akla getirmektedir.

Tüm bunlara bakıldığında, düzenlemenin durumu daha da kötüye götürmekten başka bir sonucunun olmadığı ortadadır. 5651 nolu yasanın bu şekilde değiştirilmesi yasanın eleştirilen tüm yanlarının daha da güçlendirilmesi anlamına gelmektedir.


Türkiye'de İnternetin Durumu 2013 [1] raporumuzda da dikkat çektiğimiz üzere yapılması gereken yasak ve sansür politikalarını yaygınlaştırmak değil, sayısal uçuru daraltmak, kullanımı yaygınlaştırmak, yeni medya okuryazarlığını geliştirmektir.


Alternatif Bilişim Derneği olarak ifade özgürlüğünün ve ağ tarafsızlığının korunmasından; daha özgür, denetimin minimum olduğu, gözetimin hiç olmadığı, herkesin kendisini dilediğince ifade edip istediği bilgiye ulaşabildiği bir internetten yanayız. Bu düzenleme ise ifade özgürlüğünün kısıtlanmasını kolaylaştırmakta, ağ tarafsızlığını hiçe saymakta, bir tekel oluşturarak denetimin ve gözetimin internetimizde daha kolay bir şekilde gerçekleştirilmesine imkan tanımaktadır. Önergenin bu hâliyle kabul edilmesi, Türkiye'de internetin geri dönülemeyecek bir karanlığa gömülmesine neden olacaktır.


İnternet kullanıcıları adına yasa yapan vekillerin, kullanıcıları ve onları temsil eden STK'ları, konunun uzmanlarını, AİHM'in örnek kararını dikkate almaya çağırıyoruz.


Tüm yurttaşlarımızı da İnternet'e sahip çıkmaya, sansür, denetim ve gözetim çabalarına karşı yapılacak etkinliklere etkin şekilde destek olmaya çağırıyoruz.


6 Ocak 2014

Alternatif Bilişim Derneği